ABD İsrail’i Neden Destekliyor?

Fatih Abdurrahman Birinci

Dünyanın herhangi bir yerinde bir karışık­lık veya çatışma çıktığında, gözler ilk önce ABD’ye çevrilmektedir. Çünkü ABD, hem Çin ve Rusya gibi geleneksel rakiplerinin politikala­rını, hem de Avrupa ülkeleri ve Japonya gibi ak­törlerin pozisyonlarını tek başına büyük ölçüde belirleyebilen bir güçtür. ABD’nin dış politikada tutunduğu bir tavır ve aldığı bir karar, milyon­larca insanın yaşamını etkilemektedir. Bu karar bazen Irak’ta olduğu gibi bir ülkeyi toptan yok ederken, bazen de Filistin’de olduğu üzere, yir­mi birinci yüzyılda, bir asra yakın süre boyunca bir toplumun, apartheid olarak sıfatlandırılabi­lecek bir düzen içinde yaşamaya zorlanmasına neden olabilmektedir. Bu yüzden ABD dış po­litikası üzerinde etkili olabilecek her şey ve her aktör önemlidir ve dikkatle takip edilmelidir.

Yedi Ekim’de Hamas’ın İsrail’e gerçekleştirdi­ği saldırısı sonrası tekrar dünyanın en önemli gündemi haline gelen İsrail-Filistin sorununu, ABD penceresinden değerlendirmek, sorunu çözebilme potansiyeli en yüksek olan aktörün davranışlarını anlama açısından yararlı olabilir. Öncelikle tarihsel süreçte ABD, İsrail Filistin çatışmasında hep İsrail’i destekleyen politi­kalara sahip değildi, en azından bu destek her zaman koşulsuz bir destek değildi. Örneğin, 1917 yılında, İngilizlerin, Filistin bölgesinde bir Yahudi Devleti kurulması gerektiğini ve bunu destekleyeceklerini ilan ettikleri Balfour Dekle­rasyonuna ABD kendini bağlayıcı ve resmi bir destekte bulunmamıştır. 1960’lı yıllara kadar ABD, İsrail’e direkt ve kayda değer bir yardım­da bulunmamaya ve Araplarla İsrail arasında bir dengeyi korumaya dikkat etmiştir. İsrail’in silah satın alma isteklerini, kibarca ve politik bir dille reddediyordu.1 İsrail 1953 yılında Ürdün Nehri’nden kanal açmak istediğinde, Birleşmiş Milletler, projenin durdurulmasını istemişti. Bu talep İsrail tarafından dikkate alınmayınca, dö­nemin ABD Başkanı Eisenhower, İsrail’e verdiği yardımları keseceğini bildirdi ve bu tehdit sonuç vererek İsrail’in projesini durdurmasını sağla­dı.2 Başkaca bir örnek vermek gerekirse, 1956 yılında Mısır-İsrail savaşında İsrail topraklarını dört katına kadar çıkarmıştı. Ürdün’ün kendi­si ve Irak arasında bölünmesini, Lübnan’ın ise önemli bir kısmının kendisinde kalmasını he­defleyen İsrail, yine Eisenhower’ın yardımları kesme tehdidi karşısında bu hedeflerini gerçek­leştiremeden çekilmek zorunda kalmıştı.3 An­cak bu ikinci çekilmede, İsrail çekilme karşılığı olarak bazı güvenlik garantileri almıştı. Ayrıca Eisenhower’ın aldığı kararların senato tarafın­dan sorgulanmasını sağlamayı başarmıştı. İsrail için 1950’li yılların sonları, artık ABD politika sahnesinde etkili olmaya başladığı yıllara denk gelmekteydi.

1962 yılında Kennedy ilk kez İsrail ile özel bir ilişkileri olduğunu ifade etmiş, 1963 yılında ise ilk ciddi silah satışları, bugünkü Patriotların bir önceki modeli olan Hawk hava savunma sistemleriyle başlayıp, savaş tanklarıyla devam etmiştir. 1967 yılında yaşanan 6 Gün Savaşla­rından sonra ise ABD’nin İsrail’e desteği adeta sıçrama yapmıştır. Ekonomik desteğin artı­şını yıllara göre incelersek, tablo daha da net­leşecektir. 1949-1965 arası yıllık ortalama 63 milyon dolar olan yardım (ekonomik ve gıda yardımı) 1966-1970 arasında yıllık 102 milyon dolara, 1971 yılında 634 milyon dolara (bunun önemli bir kısmı askeri yardım) 1973 Yom Kip­pur Savaşı’ndan sonra destek daha da katlana­rak günümüzde yıllık 3,3 milyar dolarlara kadar çıkmıştır.4

İsrail, ABD’nin başka hiçbir ülkeyle kıyasla­namayacak kadar ekonomik desteğini almak­ta. Biz yine de kıyas yapmak istersek, Mısır’ın ABD’den aldığı yardım kişi başına 27 dolar iken, Haiti ve Pakistan gibi ülkeler 5 dolar almakta­dır. İsrail ise kişi başına 500 dolar almaktadır. Bu ekonomik destek, İsrail gibi coğrafik olarak küçük ve sıradan bir ülkeyi, bölgenin ve dünya­nın kişi başına geliri en yüksek ülkelerinden biri haline getirmiştir.

Eisenhower’ın yardımları kesme tehdidi karşısında, işgal ettiği topraklardan çekilmeyi kabul eden fakat bunun karşılığında çeşitli an­laşmalar, yardımlar ve krediler talep eden İsra­il, daha sonra bunu bir yöntem haline getirmiş ve her seferinde, yarattığı krizlerin sonucunda, ateşkes ve barış gibi istekler karşısında, krediler, yardımlar ve anlaşmalar almayı başarmıştır.

Israil’in ayrıcalıklı durumunu biraz daha örneklendirmek gerekirse, İsrail, aldığı kredi ve yardımlar üzerinde dilediği gibi tasarrufta bu­lunma hakkına sahiptir. Diğer ülkelere yapılan yardımlar ise koşulludur, eğitime, AIDS’in ya­yılmasının engellenmesine, terörle mücadeleye vb. harcanmak zorundadır. Bir diğer ayrıcalık ise, İsrail Dünya Bankası’ndan en ucuz faizle kredi alabilmektedir, bu düşük faizli krediler ile 1992’den günümüze, 200 milyon dolar ile 1,2 milyar dolar arası bir tasarruf etmiş olmaktadır. Ayrıca İsrail, kendisine ait bonolar sayesinde ABD’den yıllık 2 milyar dolara yakın gelir elde etmektedir. Bu liste böyle uzar, fakat bu bahsi tek cümleyle özetlemek gerekirse, İsrail gayri safi milli hasılasının %2 kadarını sadece ABD’de elde ettiği bu yardımlar ve krediler sayesinde kazanmaktadır.4 İsrail’in bu yardımları çoğun­lukla yasadışı yerleşimler için kullandığını da ekleyelim, böylece işgalin arkasındaki esas ak­tör de daha belirginleşmiş olacaktır.

En az ekonomik destek kadar, askeri destek de ABD tarafından İsrail’e bir lütuf gibi ikram edilmektedir. F15, F16, F35 gibi savaş uçakla­rı, Blackhawk gibi helikopterler İsrail’e uygun krediler ile satılmaktadır. Öte yandan Türkiye, parasını peşin ödediği halde F35’lerini alama­makta, hatta F16 filosunu dahi yenileyememek­tedir. İsrail ABD’li savunma şirketlerinden, 500 bin dolar altında olan satın alma işlemlerinde, diğer ülkeler için şart olan savunma bakanlığı onayından da muaf tutulmaktadır.5 ABD, askeri ticaret anlaşmalarında, kendi vatandaşlarının istihdamını düşünerek, yerinde üretim gibi şartlar sunmaktadır, fakat bundan da muaf tek ülke İsrail’dir. ABD, kendisinin hiç kullanmadığı fakat İsrail için gerekli olan bazı araçlar da üret­miştir, bunlara örnek olarak M48A tanklarını verebiliriz. Tüm bu ayrıcalıklar, İsrail’i bölgenin en büyük ve teknolojik askeri gücü yapmıştır. Buna rağmen İsrail, en ufak tehdidi dahi, çok fazla büyüterek yeni silahlar ve ekonomik anlaşmalar ya­pabilmektedir.

Askeri ve ekonomik yar­dımların, politikada karşı­lığı olan siyasi destek ise, İsrail’i uluslararası sistemde yalnızlaşmaktan korumak­ta, yaptırımlar, ambargolar gibi tehditlerden uzakta tutmaktadır. Ulusla­rarası Atom Enerjisi Kurumu, ABD kontro­lünde bir kurum olduğu için İsrail’in nükleer çalışmalarını denetleyememektedir. Aynı ku­rum, Irak’ın kimyasal silahlara sahip olduğunu söyleyerek işgalini gerekçelendirirken, İran’a ise ambargo uygulanmasına neden olmuşken, İsrail’e gözlemci dahi gönderememektedir. Di­ğer yandan ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin İsrail’i kınayan, eleştiren kararları­nı da tam 42 kere veto etmiştir, ki bu kararlar ciddi insan hakları ihlalleri ve savaş suçları ya­şandığında çıkarılmaya çalışılmakta. ABD’nin toplamda 82 kere veto yetkisini kullandığını göz önüne alırsak, tüm veto hakkının yarısını sadece İsrail için kullandığı ortaya çıkar. Bu da İsrail’in ABD politikasını yönlendirebilme gü­cünü gösterir.6

Peki ABD’nin, İsrail merkezli dış politi­kasının kaynağı stratejik çıkarlar veya ahlaki değerler midir? Holokost, Haçlı Seferleri sıra­sında yaşananlar, İspanya, Fransa, İrlanda gibi ülkelerden sürülme gibi haksızlıklar, İsrail’in sonsuz bir kredi alması için yeterli midir? Açık­çası, devletler için sadece çıkarlar vardır diye bir uluslararası ilişkiler prensibi varsa, ahlak zaten gündem bile olmamalı bu konuda. Fakat yine de, ahlak üzerinden gidilecekse, İsrail, orantı­sız gücü, apartheid yönetimi, soykırımları ve savaş suçlarıyla bu bahiste çok dezavantajlı bir durumda. Ulusal çıkarlar açısından konuyu ele alırsak, İsrail ile olan bu ilişki, tüm dünyada Anti-Ame­rikancılık dalgasını besleyen en önemli faktör­dür. ABD, bu ilişkisi nedeniyle, kendi ulusal gü­venliğini gereksiz yere tehlikeye atmakta, radi­kal akımların ana motivasyon kaynağı olmakta. Bir örnek üzerinden gidersek, İran birkaç kere, ABD ile olan ilişkisini tamir etmeye teşebbüs et­miştir. Fakat, bu yazı dizisinin sonraki bölümle­rinde daha yakından inceleyeceğimiz ABD’deki İsrail Lobisi nedeniyle bu teşebbüsleri her daim akim kalmıştır. İran’ı dışlayan bu tavır, bölge­de İran, Rusya, Suriye, Hizbullah gibi güçlerin birbirlerine daha da yakınlaşmalarına neden olmuştur. Başka bir açıdan, ABD, eğitim, sağlık sistemi gibi sorunlarına ayırabileceği kaynağı, İsrail’e ayırmaktadır. Üstelik bu ilişki, sadece ABD için değil, İsrail için de yararsız bir iliş­kidir. ABD’nin dış politikasını, rasyonellikten uzaklaştıran ana unsur olan İsrail Lobisini, bir sonraki yazıda inceleyerek detaylandıracağız.

Kaynakça

  1. Levy Z. Israel’s Quest for a Security Guarantee from the United States, 1954-1956. British Journal of Middle East Studies. Vol. 22, No. 1/2 (1995), pp. 43-63
  2. Brecher M. Decisions in Israel’s Foreign Policy. New Haven: Yale University Press, 1975, 191-192, 220.
  3. Morris B. Righteous Victims: A History of the Zio­nist – Arab Conflict, 1881-2001. Journal of Palesti­ne Studies Vol. 30 No. 3, Spring 2001
  4. Mearheimer JJ, Walt SM. The Israel Loby and U.S. Foregin Policy. Farrar, Straus and Giroux, 2007
  5. Prados A. Jordan: U.S Relations and Bilateral Issu­es. Issue Brief for Congress, Congressional Research Service, January 9, 2002; and USAID, “Greenbook”
  6. Norris RS, Arkin WM, Kristensen HM, Hand­ler J. Israeli Nuclear Forces, 2002. Bulletin of the Atomic Scientists. Vol. 58, No. 5, pp. 73-75. DOI: 10.2968/058005020

admin

H. deneme

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir