“Gelin Tanış Olalım”: Hayat ve Sağlık Dergisi’nin Yüzyıllık Adaşı Hayat ve Sıhhat Risalesi
Tuğba Aydeniz
Bu başlığı okuyan kârilerimizin (okuyucularımızın) bir kısmı belki de bir yanlışlık olduğunu düşünecekler lakin yazının başlığında herhangi bir hata bulunmamaktadır ey azizler! Bu sayımızda tam bir asır önce evet yanlış okumadınız, tam yüz yıl önce matbuat ailesine katılan bir risaleden/dergiden bahsedeceğiz: Hayat ve Sıhhat. Öyle görünüyor ki, bu dergi, Hayat ve Sağlık dergisinin 1339/1921 tarihli adaşı. O halde gelin hep birlikte bir asır öncesine gidelim.
Sene 1339/1921, Doktor Mehmed Nuri Bey, aylık sıhhî, ilmî, içtimaî, bir risale yayınlamak arzusundadır. Aslında bir dergi çıkarmak epeydir zihnini meşgul etmektedir. Bu dergi, tıp âlemine katkı vermeli ancak sadece tıbbî meselelerin yer almadığı bir yayın olmalı diye düşünmektedir. Bu bir açıdan ihtiyaçtır aynı zamanda. Bu sebeple kolları sıvayarak işe girişir. İşte Hayat ve Sıhhat dergisi Pazarcık’ta Dobruca Müslüman matbaasında böylece basılır.[1]
Hayat ve Sıhhat Risalesi/Dergisinin Fiziki Özellikleri ve Muhtevası
Şunu öncelikle belirtmek yerinde olacak ki, Hayat ve Sıhhat nâm risalenin kaç sayı çıktığı tarafımızca malum değildir. Bu yazımızda sizlerle elimizde olan ilk sayı üzerinde konuşacağız.
Hayat ve Sıhhat, küçük boy bir yayın olarak arz-ı endam ediyor.[2] Dergide yazı dışında yer alan çizimler, yazıların sonlarında kalan boşluklarda kullanılan çiçek çizimlerdir. Bunun dışında fotoğraf ya da tıpla ilişkili bir görsel mevcut değildir. İç kapakta ayda bir defa neşrolunacağı yazmaktadır ve bu ilk sayı 1 Nisan 1921, miladi takvimle 22 Recep 1339 tarihini taşır. Dili Türkçe olmakla birlikte sadece ön kapakta Rumence derginin adı ve niteliğine dair kısa bir açıklama yer almaktadır. 26 sayfadır ve reklam yoktur. İsterseniz derginin sayfaları arasında gezintiye başlayalım, buyurun lütfen…
Dergi, mukaddime yani giriş kısmıyla başlıyor. Burada, Hayat ve Sıhhat müdüriyeti tarafından, derginin hangi maksatla çıkarıldığını açıklayan mukaddime/giriş yazısında şöyle denilmektedir:
“Hayat ve Sıhhat, milletin maddi ve manevi “hayat ve sıhhatini” korumak ve kurtarmak maksadına mebni muhitimizin en güzide kalemleriyle zemin ve zamanın müsaade ve kudreti nispetinde icab eden her türlü fedakarlıkları ihtiyar ederek saha-i intişara atılıyor. Mecmuamız, milletin ve memleketin hayat ve sıhhatine samimi bir rehber olmağla, İslamiyet’in istihdâf ettiği (amaç haline getirdiği) mühim bir gayeye dahî naçizane hizmet etmiş olacaktır… Hayat ve sıhhat, muhterem milletin müzaheretine (desteğine) mazhar olacağına itimad ettiğinden, muhitin muhtaç olduğu her türlü makâlât ve mütalaâtı ihtivaya gayret ve milletin her hususundaki ihtiyâcâtını da temin ve tatmine bezl-i himmet ve sarf-ı mukadderat eyleyecektir.”
Ardından İçtimâiyât kısmı geliyor ki burada Amiralzâde Kemal Hüsnü Bey tarafından Doktor Nuri Bey’e hitaben yazılmış “Açık Mektup” dikkatimizi çekiyor. Mektup, “Aziz Doktor” hitabı ile başlıyor. Hayat ve Sıhhat dergisinin yayın hayatına merhaba deme sürecine dair bazı bilgileri buradan öğreniyoruz. Buna göre, Doktor Nuri Bey, bir risale çıkarmak düşüncesinde olduğunu Kemal Hüsnü Bey ile bir mektup vasıtasıyla paylaşıyor. Kemal Hüsnü Bey bu haberin kendisini çok sevindirdiğini, mesleğini çok seven, genç, gayretli ve Dobruca’da henüz nadir olan dindaş tabiblerden Nuri Bey’in bir hayat ve hıfzıssıhha üzerine bir dergi çıkaracağını tahmin ettiğini söylüyor. Ardından şunları ekliyor cümlelerine:
“Asrımızın kanlı muharebâtından yemân ve bî-eman olan muslihane mücadelâtın yegâne silahı “fikir”dir. Ve malumat-ı tıbbiyene istinaden öğret ki bilsinler: Sâlim fikirler bilhassa ve hatta ancak zinde vücutların taşıdığı başlarda bulunabilir.”
Bu yazıdan sonra Tarih Sahifeleri isimli bir kısım geliyor. Halil Fehim Bey tarafından kaleme alınan yazı “Dobruca’da Türk ve Tatar Hayat-ı Tarihiyyesi” başlığını taşımaktadır ve 5 sayfadır. Bu kısımdan sonra dergide yer alan ikinci mektup dikkatimizi çekiyor. Hakkın Sesleri bölüm başlığının altında yer alan “Açık Mektup”, Amiralzâde Cemal Hüsnü Bey tarafından yazılmış. Mektup, “Etıbbaya hakîm kelime-i Arabiyyesinin istimali ne büyük hikmete müsteniddir. Çünkü: Onlar yalnız zahiri emraz (hastalıklar) ile değil maraz-ı ruhiye-i insanla da teveggul (meşgul olmak, derine inmek) ederlerdi.” cümleleri ile başlıyor. Cemal Hüsnü Bey devam eden satırlarda Hayat ve Sıhhat risalesinin ruhî hastalıklar, içtimai yaraların teşhisi ve tedavisi için bir melce (sığınak) olmasını ümit ettiğini belirtiyor.
Bu mektuptan sonra 12 Mart [1]921 tarihli bir yazı dikkati çekiyor. Cemal Hüsnü Bey’e ait bu yazı, “Göz ile Görülemeyen, El ile Erişilemeyen Düşman” başlığını taşıyor. “Hayat sürûr ile başlar, mücadele ile devam eder, sükûn ile biter.” diyen yazar İslam terakkiye manidir anlayışının ne kadar isabetsiz olduğunu açıklayan serbest bir düşünce yazısı yazıyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor: “…Hakikate doğru yürümüş olmak için diyelim ki: İslam’ın ve Türk’ün büyük düşmanı başının, mühlik yarası göğsünün içinde olduğu cihetle göz ile görmek, el ile erişmek imkânı yoktur. Ancak ilim ile tennur, metanet-i ahlakiyye ile tecehhüz ettiğimiz (hazırlandığımız) gün galebe bize teveccüh etmiş olacak.”
Derginin bundan sonraki yazısı “Manevi Marazlarımız” başlıklı ve Mehmed Niyazi Bey’e ait. Cismani hastalıkların kendisini hissettirecek derecede etkili olduğunu belirten Mehmed Niyazi Bey, hastalıklar içinde mevcudiyetimizi kemirenin sadece fiziki değil aynı zamanda nefsani hastalıklar olduğunu söylüyor. Bunların içtimai ve milli hayatımızı etkilediğini ve tesirlerinin üzerimizde görüldüğünü bildiriyor. Büyüklerimizden hatta birkaç kuşak önceki dedemizden bazı meziyetlerin vârisi olabileceğimizi hatta bu meziyet ile tanınıp bu fazilet ile iftihar edebileceğimizi söyleyen yazar, ancak bir cemaati ve bir cemiyeti idare edebilecek fazilet-i içtimaiyye ile donanmadığımıza işaret ederek, okuyucuları bu konu üzerinde düşünmeye sevk ediyor. Burada yazarın bir kıyas yaptığını görüyoruz. “Anlaşılıyor ki” diye başlıyor cümlelerine ve ekliyor: “Bizde verem, tifo, frengi gibi vücudumuzu maddiyatımızı mahveden hastalıklardan mâadâ (başka) ruh-ı millîmizi vücud-u içtimaiyyemizi öldüren manevi marazlar da vardır. Emraz-ı nefsâniyye ve içtimaiyyemizi (maddî, bedenî ve sosyal, toplumsal hastalıkları) tedavi edecek hâzıklarımız (ustalarımız, hekimlerimiz) mefkuddur (mevcut değildir)… Ahlakın iltizam edilmesi (lüzumu) ferdî olduğu kadar içtimaidir de… Binâenaleyh, usûl-i kavâid-i içtimaiyyeye (sosyal, toplumsal kaidelerin metodlarına) riayetle yaşamayı bilmeyen milletler arasında efrâdın ahlakı bozulur. Manevi marazlar terakki eder ve millet bütün heyetiyle gaye-i sefalete sükût eder ki halâsı (kurtuluşu) belki de mümkün olamaz.”
Derginin bir sonraki kısmı Aile Hıfzıssıhhası başlığını taşıyor. Bu kısımda, “Çocukların Gıdası -irza῾- (Emzirme) konusu derginin sahibi Doktor Mehmed Nuri Bey tarafından kaleme alınmış. Doktor Nuri Bey, düne kadar istatistiklere göre Dobruca’da nüfusta daimî bir azalmanın olduğunu bunun bugün de geçerli olduğunu tahmin ederek sözlerine başlar. Bu durumun birçok sebebi olabileceğini ancak sebepler arasında ilk sırada çocuk vefatlarının olduğuna dikkat çeker. Mehmed Nuri Bey 5 sahifeden oluşan yazısında, ebeveynin çocuk büyütmek hususundaki cahilliğinden veya yanlış bilgi sahibi olmalarından kaynaklanan kötü muameleler yüzünden yüzlerce çocuğun öldüğünü kaydeder. Bunların kahir ekseriyeti de henüz emzikli olan bebeklerdir. Bu tespitlerden sonra asıl mesele olan bebekler ve emzirme konusuna geçiş yapar. Yine bazı istatistik bilgilerinden yola çıkarak bebeklerin %200’ünün ilk sene, %80’inin ise ikinci sene öldüğünü, çocuk vefatlarında da oranın %385 ile mide ve em῾â (barsak) hastalıkları kaynaklı olduğunu bildirir. Bu sebeple çocukların nasıl beslenmesi gerektiği hakkında salim ve makul usullere müracaat etmeye ve bu suretle gelecekte de daha önceki gibi fahiş hataların tekrarından kaçınmak icab ettiğine dikkat çeker. Burada, bebekler için en elzem gıdanın süt olduğunu vurguladıktan sonra bebeklere verilecek sütün çeşitlerini sıralar. Ardından çocukları hastalıktan koruyanın anne sütü olduğunu belirtir. Bu çocukların hastalıklara karşı dirençli olmalarının yanında her annenin sütünün kendi çocuğuna daha faydalı olduğunu söyler. Ayrıca bir annenin kalp ve verem hastalıklarında çocuğuna süt vermemesi gerektiğini belirtirken frengili bir annenin ise çocuklarını emzirmesi gerektiğinin altını çizer. Bu değerlendirmelerin ardından doğumla birlikte anne sütünde olan değişim ve anne sütünün terkibine de yazısının bu kısmında yer verir. Annelerin doğar doğmaz bebeklerine süt vermek yerine 6-12 saat içinde süt vermeleri lazım geldiğini, eğer daha önce verilirse bebeklerin açığa çıkan meconium maddesi sebebiyle istifra ettiklerini, bu bebeklerin karın ağrısı yaşadığına dikkati çeker. İkinci günden sonra emzirmenin 2,5-3 saatte bir tekrarlanması gerektiğini belirtir. Nuri Bey, bu bilgilerden başka anne sütüne yakın sütlere de değinir. Mesela inek sütü, eşek sütü, keçi sütü hakkında da bilgiler vererek çocukların hangi ayda bu sütlerden ne kadar içebileceğini miktar itibariyle de belirtir. Doktor Mehmed Nuri Bey yazısını şu cümle ile tamamlar: “Süt, hangi usûl-ü irza῾la olursa olsun, çocukların ilk sekiz ay zarfında yegâne gıdasını teşkil eder.”
Bu yazıdan sonra derginin Siyasi başlıklı kısmı geliyor. Burada da Cemal Hüsnü Bey’in “Şark-ı karîbin Safahat-ı muhtelife-i siyasiyesi” yazısı, bazı siyasi meselelere değiniyor. Derginin son birkaç sayfası ise Küçük Hikayeler Letâif ve Öteden Beriden kısımlarına ayrılmış. Küçük Hikayeler Letâif kısmını Muallim Abdurrahman Bey kaleme almış. Burada, doktora giden bir hastanın kendi kendine teşhi koyması ile ilgili gülünç bir hikâyeye yer verilmiş. Öteden Beriden Mütenevvia kısmında ise “Vesâyâ” ve “Yağ Lekeleri Nasıl Çıkarılır?” başlıklı iki yazı yer almaktadır. “Vesâyâ”da kulağa küpe bazı dikkat çekici bilgiler yer alıyor. Neler yazıyor birlikte okuyalım:
“Her türlü müskirattan sakın ve içme, suyu kaynattıktan sonra soğutarak iç. Su bütün mevcudatın en aziz bir içkisidir.
Çocuğu, hasta bir adama kucaklatma ve hiçbir kimseye öptürme.
Tütün hiç içme, çünkü tütün kalbi yorar. Dişleri kirletir, seretan (kanser) hastalığına bâdi (sebep) olur, bâd-i hevâ (boş yere) para sarfına sebebiyet verir. Hem de fena bir itiyadın zebunu (düşkünü olmak) olmak bir insan için ne acınacak bir haldir.”
Bu dikkat çekici hatırlatmaların ardından süt, balmumu, kahve ve yağ lekelerinin hangi kumaştan ne suretle çıkarılacağına dair pratik bilgilere yer verilir. Derginin son sayfalarında “Şair Ahmed Haşim ve Bedii Beylere” başlığında Cemal Hüsnü Bey tarafından kaleme alınan kısa bir mektup ve arka iç kapakta doğru-yanlış cetveli yer almaktadır. Derginin arka kapağı ise bir eczane reklamına ayrılmıştır. Bir kısmı okunamaz halde olan reklam metni şu şekildedir:
Farmacia Speranta N. Lagara ……… eczahanesinde her nevi siparişler süratle icra ……… daima taze ilaçlar bulunur; Türkçe konuşulur. -Pazarcık-
Öyle görünüyor ki, Hayat ve Sıhhat risalesi/dergisi hem hayatı hem sağlığı korumanın yollarını okuyucularına göstermeye çalışmış yüzyıl kadar önce. Kaç sayı çıktığını bilemediğimiz bu risalenin ilk sayısında okuduklarımız bile bu emek ve heyecanı anlamamıza yetiyor. Derginin, tarihten, pratik bilgilere, ahlaktan, bazı faydalı tıbbi meselelere yer vermesi, adında yer alan hayat kısmının daha ön plana çıktığına işaret ediyor. Belki de yayıncılık hayatına ilk defa giren Doktor Mehmed Nuri Bey bunu daha önemli buldu ve okunurluğu da bu şekilde artırmayı düşündü, kim bilir? Bize düşen onun yaptığı bu hayırlı hizmeti günümüz okurlarına ulaştırmak ve Hayat ve Sağlık dergisine matbuat âleminde nice uzun yıllar dilemek…