İyilik Yap Denize At
| Zehra Şeker |
Müslüman Toplumlarda Hayırseverlik
Amy Singer, Kitap Yayın Evi
Çev. Ali Özdamar, İstanbul, 2011
Hayırseverlik kavramının tarihsel sürecinin incelenmesi, toplumları şekillendirmede oynadığı rolü değerlendirmek açısından önemlidir. Çalışmalarını Osmanlı tarihi üzerinde yoğunlaştıran Amerikalı yazar Amy Singer, hem tarihi metinlerde karşılaştığı olgular hem de Türkiye’de yaşadığı dönemde bizzat şahit olduğu olaylar neticesinde çalışmalarını hayırseverlik yönüne çevirir. Yazar, İyilik Yap Denize At: Müslüman Toplumlarda Hayırseverlik kitabında, iktidar ve servet arasındaki ilişkiyi besleyen temel unsurlardan olan hayırseverlik kavramını İslam toplumları özelinde inceler. Kitap, 1400 yıldan uzun olan İslam tarihini hayırseverlik çerçevesinde değerlendirerek İslam kültürünün zaman ve mekan içinde geçirdiği dönüşümlere ışık tutmayı amaçlar.
Singer, hayırseverliği evrensel bir olgu olarak görmekte ve tarihsel bağlamda araştırılmasının herhangi bir toplum veya kültürü kavrayabilmemiz için vazgeçilmez bir unsur olduğunu belirtmektedir. Beş bölümden oluşan kitapta zekat, vakıflar, bağış alan ve verenler açısından hayırseverlik, hayırseverlik ekonomisinde değişen aktörlerin irdelenmesi gibi değerlendirmeler ele alınmaktadır. Kitabın giriş bölümünde yazar, İslam toplumlarında hayırseverliğe ilişkin araştırmaların azlığından yakınmaktadır. Bunun sebebi olarak öne sürdüğü düşüncelerden biri zekat ve sadaka gibi İslami hayırseverlik uygulamalarının üçüncü kişiler tarafından çok fark edilmeyen bir durum olmasıdır. Çünkü, genellikle verme eylemi görünmez bir şekilde gerçekleştirilir fakat görünmemesi olmadığı yanılsamasına neden olmamalıdır.
Kitabın ilk bölümü “Namaz Kılın ve Zekat Verin” başlığı ile okuyucuyu karşılamaktadır. İslam’ın beş şartından biri olan ve yazar tarafından “zorunlu sadaka verme eylemi” olarak tanımlanan zekatı inceleyen birinci bölümde, 1970’lerde Faslı fırıncı Ebu İlya’nın komşu aileye düzenli zekat verme hikayesine yer verilmekte ve bölüm boyunca bu hikayeye atıfta bulunulmaktadır. O dönemlerde Fas’ta hükümete gelir vergisi ödendiği için düzenli zekat verilmesinin az rastlanır bir durum olduğu söylenir iken Ebu İlya’nın zekat verilenin, verene daha iyi Müslüman olması yolunda aracı olduğunu ifade ettiği belirtilmektedir. Bilindiği üzere bütün müslümanlara farz olan ve İslam’ın beş şartından birini oluşturan zekat, bir müslümanın aslında Allah’a karşı zorunlu yükümlülüğüdür. Fakat kitapta dikkat çekilen noktalardan biri zekat verme ibadetinin, namaz kılmak gibi yalnızca Allah ile birey arasında sınırlı kalmayıp müminler arasında bir etkileşime sebebiyet vererek sosyal bir yönü de bulunduğudur. Dini bir vergi olan zekat, toplumun muhtaç kesiminin kalkınması için bir araç olarak görülmektedir. Bu bölümde yazar zekatın kavramsal çerçevesini vermekte ardından tarihsel süreçte zekatın ödenme şekillerinden bahsetmekte ve son olarak da zekat ödeme sorumluluğunun devlete değil kişiye ait olduğunu belirtmektedir.
“Yarım Hurma Bile Olsa” başlığıyla ikinci bölümde zorunlu verme eyleminden gönüllü hayırseverlik olan sadaka konusuna geçiş yapılmaktadır. Bölümün ilk kısmında, dikkat çekilen noktalardan biri İslam toplumlarında yaygın olarak görülen çok çeşitli gönüllü hayırseverlik eylemlerinin gayr-ı resmî de olsa ortak bir hayır takvimi bulunması ve beşikten mezara insan ömründe mühim sayılacak olaylara bu eylemlerin eşlik etmesidir. Müslümanların topluca ibadet ettikleri günlerden biri olan bayram niteliğindeki cuma günleri, Muharrem ayının onuna denk gelen aşure günleri, Recep, Şaban ve Ramazan ayları bunlara gösterilen örneklerden birkaçıdır. Kitapta verilen bir diğer örnek ise Afganistan’ın Herat kentinde kadınlar tarafından Safer ayında geleneksel şekilde nezire (adak) olarak adlandırdıkları sütlaç pişirmedir. Herhangi bir bayram veya önemli dini gün olmamasına rağmen bölgenin kadınlarının doğum, hastalık, çocuğunu askere gönderme gibi çeşitli durumlarda sadaka ve iyi niyet göstergesi olarak nezire dağıttıkları anlatılmaktadır. Peygamber ailesindeki kutsal kadınların şefaatine sığınma maksadıyla yine kadınların yaptığı bu adaklardan hem erkek hem kadınların yararlanması, gönüllü verme eyleminin cinsiyetleşmesine bir örnek olarak gösterilmektedir.
İkinci bölümde ayrıca İslam tarihinde 9.yüzyıldan itibaren sayıları artan, tarihte hayırseverliğin sürekliliğini sağlayan vakıflar ele alınmaktadır. Kitapta hayırseverliğin en aşikar kanıtlarından biri olarak ifade edilen vakıfların, toplumda sosyo-kültürel, ekonomik, politik, iktisadi pek çok farklı etkileri bulunduğu da vurgulanarak çeşitli örneklerle anlatılmaktadır. Bu örneklerden biri Kanuni Sultan Süleyman adına Mimar Sinan tarafından inşa edilen Süleymaniye Külliyesi’dir. Burada oldukça geniş bir cami, yeşilin ve mavinin süslediği geniş bir avlu, dört medrese, bir mektep, bir darüşşifa, han ve imaret olduğu belirtilmektedir. Aynı zamanda çevre bölgede yapılanan çarşıların tacir ve zanaatkarlar için ekmek kapısı olması ve ödenen kiralarla da külliyenin idamesinin sağlandığı aktarılmaktadır. Medreselerden birinin artık araştırma kütüphanesi olarak hizmet verdiği yapıda aynı zamanda bir Osmanlı lokantası ve üniversite öğrencilerinin çok sık vakit geçirdikleri çay bahçesi bulunmaktadır. Sultan Süleyman ve eşinin türbesinin de bulunduğu bu imarethane için bahsedilenlerden anlaşıldığı gibi dini uygulamaların yanı sıra fiziki yapının estetiği, bireyler arası kültürel ve sosyal etkileşim, işgücü, finans gibi pek çok alanda vakıflar tamamlayıcı unsur olarak görülmekteydi. Yazar bu bölümde vakıf kurmanın “birçok hayır girişimi gibi sosyal hiyerarşilerle kültürel normları korumanın bir vasıtası” olduğunu söylemektedir.
“Veren el, alan elden hayırlıdır, çünkü veren yükselir, alan ise alçalır” hadisiyle başlayan “Üstteki El” başlıklı üçüncü bölümde bağış alanlardan ziyade bağış verenler irdelenmektedir. Tarihte özellikle varlıklı, tanınmış kimselerin yaşamı ve hayırseverlik girişimleri ile ilgili belge ve kaynakların daha fazla olması okuyucunun dikkatine sunulan noktalardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim hayırseverlik araştırmalarının daha çok bağış verenler üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Buradan yola çıkarak bu bölümde yazar, bazı tanınmış kişilerin biyografilerini inceleyerek emsal oluşturabilecek hayırseverlik davranışlarını ele almaktadır. Erbil hükümdarı Muzafferüddin, Fas’ın Merini hükümdarı Ebu İnan, hanedan mensublarından Zübeyde ve Hürrem Sultan, Faslı seyyah İbn Battuta ve Sultan Ahmet Camii mimarı Mehmed Ağa gibi sahip olduğu imkanları statüleri yardımıyla kazanan bireylerin hayat hikayeleri ve hayırseverlik eylemlerinin bu statülerinin şekillenmesinde oynadığı rol incelenmektedir.
Üçüncü bölümün başlangıcında Cihangir Şah’ın oğlu Hürrem örneği özelinde şehzadelerin tartılarak ağırlıklarınca altın, gümüş gibi dönemin para değeri taşıyan mallarının halka yardım olarak dağıtıldığı bir tartma töreni anlatılmaktadır. İslam hukukunda bir çocuğun doğumundan sonraki yedinci günde yoksullara dağıtmak amacıyla kurban kesilmesi ve bebeğin saçının tıraş edilerek bunun ağırlığınca altın veya gümüşün yoksullara sadaka verilmesi olarak bilinen akika geleneği bahsi geçen bu törenin temelini oluşturmaktadır. Faslı seyyah İbn Battuta’nın, hayırsever amaçlı tartılma törenine örnek olarak aktardığı bir hikayede bir Hint hükümdarının hasta olan bir zatı ziyaret etmesi ve hastanın dilediği kadar elbise giyip tartıya çıkmasını söylemesi, böylece tedavisi için ağırlığınca altının hastaya sadaka verilmesini istediği anlatılmaktadır. Yazar buradaki mesajın dikey hiyerarşinin herhangi bir noktasında bulunan insanların birçoğunun dönüşümlü olarak hem bağış alan hem veren olduğunun bir emsali olduğunu belirtmektedir. Bölümün sonunda ise Singer, biyografilerde ele alınan kişiler gibi yüksek mevkilerde bulunanların hayırseverlik eylemlerinin statülerine göre şekillenmesi sonucu açığa çıkan sadaka verme hiyerarşisinden bahseder.
Singer, “Yoksullar ve Muhtaçlar” başlığıyla dördüncü bölümde hayırseverlikten yarar sağlayan en büyük grubu oluşturan yoksul ve muhtaçları irdelemektedir. Bölümün başında Kur’an’dan verilen iki ayet örneği okuyucuyu karşılamaktadır (9:60, 2:177). Yazar hayırseverlikten yararlanacak grupların beyan edildiği bu ayetlerde, sınırların geniş çizilmesinin bireysel yorumlara ve inisiyatiflere olanak sağladığından bahsetmektedir. Ayrıca tarihte bizim için bağış alan grupların dağılımıyla ilgili bir diğer önemli veri kaynağının Osmanlı imaretleri tarafından hizmet verilen bireylerin listesi olduğu belirtilmektedir. Bu bölümde gücün ve bağımsızlığın kazanılmasında maddi durumun göz önünde bulundurulmasının kaçınılmaz olduğu belirtilerek yoksulluğun sosyal, iktisadi ve siyasi etkilerine vurgu yapılmaktadır. Ardından anlamını kavrayabilmek, sebep ve sonuçlarını idrak edebilmek amacıyla yoksulluğun iki kısımda değerlendirildiği belirtilmektedir. Bunlardan ilki hastalık, savaş, doğal afet gibi sebeplerle tesadüfi ve aniden ortaya çıkabilen konjonktürel yoksulluk diğeri ise yaşlılık, işsizlik, değişen ekonomik döngüler gibi daha karmaşık ve uzun vadeli olguların eşlik ettiği yapısal yoksulluktur. Yazara göre iki kavram birbiri ile tamamen bağlantısız olarak değerlendirilemez. Nitekim konjonktürel olgular yapısal yoksulluğu doğurabilir. Yoksulluk için ayrıca sosyal normların, ekonomik ve siyasi şartların, dini öğretilerin etkisiyle şekillenen, “hak eden” ve “hak etmeyen” olarak biraz daha bireysel düzlemde bir tasnif daha yapılmaktadır. Bununla birlikte yoksullara yapılan yardımların dağıtımında, ihtiyaç tanımlamasının önemli bir etkisinin olduğu vurgulanmaktadır. Bunu açıklamak için Şafii fıkhından örnek verilerek yoksulluğun belirlenmesinde bireyin önceden sahip olduğu statü kıstas alınarak yapılan yardımlarda, bu statüyü geri kazanmasının ve sosyoekonomik düzeyin korunmasının amaçlandığı belirtilmektedir. Bölümün ilerleyen kısımlarında, dünya malından vazgeçerek Tanrı’nın merhametine sığınan sufilerin sıklıkla anıldığı el-fukara ve bununla birlikte el-mesakin olarak ifade edilen yoksulluğun çeşitli ayrımları irdeleniyor. Buradan yola çıkarak yine yoksulluğun kıstasının belirlenmesinde bireylerin ihtiyaç varlığı sorgulanarak bu bağlamda nafaka meselesi değerlendirilmektedir. Son kısımda ise çalışmak ve dilenmek tartışmaları bağlamında Müslüman düşünür Gazzâlî, Yahudi hekim ve din bilgini İbn Meymûn gibi şahsiyetlerin görüş ve aktarımlarına yer verilmektedir.
Kitabın son bölümü olan “Bir Karma Hayırseverlik Ekonomisi” başlıklı beşinci bölümde, birey bazlı hayırseverlik eylemlerinden ziyade modern refah devletlerinin de ortaya çıkmasıyla hayırseverlik ekonomisinde değişen aktörler ele alınmaktadır. Özellikle 19. yüzyılda yeni devlet birimleri ve sivil toplum kuruluşlarının (STK) gelişmesiyle bayındırlık işleri, sosyal yardım ve kültürel hizmetlerin sağlanmasında bu kurumların önemli rollerinin bulunduğu belirtilmektedir. Bunun üzerine hayırseverlik eylemlerinin özellikle seçkin bağışçılarda sağladığı prestij ve güç gösterisinin bireysel bağışçılar, hükümet ve STK arasında bir rekabet ortamı oluşturabileceğine ve gövde gösterisine sebep olabileceğine yazar tarafından işaret edilmektedir. Değişen bir diğer durum olarak ise özellikle 20.yüzyılın sonlarına doğru teknolojinin, modern iletişim ve ulaşımın gelişmesiyle birlikte hem hayırsever projelerin tanıtılmasında yaşanan gelişmelerden hem de uluslararası hayırseverlik eylemlerinin mümkün hale gelmesinden bahsedilmektedir. Bölüm içerisinde bahsedilen karma hayırseverlik ekonomisi konusunda Osmanlı İmparatorluğu’nun refah devleti olarak analiz edilmesi, 19.yüzyıl reformlarının gönüllü hayırseverliğin en bilindik şekli olan vakıflardaki etkisi, özellikle İstanbul’da II.Abdülhamid ve Mısır’da Mehmed Ali Paşa üzerinden örnekler verilerek bu reformların hanedan hayırseverliğinde sebep olduğu yenilikler irdelenmektedir. Bunların yanı sıra yine bu reformların zekat nezdinde oluşturduğu yenilikler ve bu yenilikler ile devlet tarafından zekatın merkezî örgütlenmesinin gerçekleşmesi örneklerle birlikte açıklanmaktadır. İslam düşüncesine göre toplumun yoksullara karşı bir sorumluluğu olduğu ve zekatın bu bağlamda “sosyal adaleti ve kamusal refahı arttırmak için mali bir mekanizma” olarak değerlendirildiği not düşülmüştür. Pakistan’da Mevdûdî’nin ‘İslami Ekonomi’ kavramına atıfta bulunularak para kazanmada faiz yerine kâr ile kira yolunu benimseyen ve İslami ilkelere göre yönetilen bankalara, bu kavramın öncülük ettiği yazar tarafından belirtilmektedir.
Singer’ın “Hayırseverliğe Yeni Bir Yön Vermek” başlıklı sonuç bölümünde kitabın amaçlarından bazıları dile getirilmektedir. Hayırseverlik kavramında özellikle İslami hayırseverliğe vurgu yapan yazar, zekat ve sadakanın bireyin Tanrı ile arasında köprü kurarak inanç ve bağlılığının tamamlanmasında önemli rolü olduğunu ifade etmektedir. Aynı zamanda hayırseverliğin yalnızca yoksullara yapılan bir eylem olarak düşünülmesi ile bu eylemlerin toplumdaki gerçek rol ve etkisinin göz ardı edildiğini vurgulamaktadır.
Hayırseverliğin tarihsel süreçte geçirdiği değişimleri zengin bir içerikte sunan kitap hem verdiği bilgiler ile okuyucuyu aydınlatan hem de zihinde bazı sorgulamalar yaptıran farklı bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanoğlu ömrühayatı boyunca doğal afet, savaş, göç, yoksulluk, yakınlarının vefatı gibi birçok üzücü durum ile karşı karşıya kalabilmektedir. Okuyarak ve dinleyerek öğrendiklerimizin yanı sıra ne yazık ki tanık da olduğumuz Suriye iç savaşı, Filistin mücadelesi gibi olaylar ise vicdan sahibi tüm insanlığın iç muhasebe yapmasına yol açmaktadır. Bu derin iç muhasebe sonucunda bireysel ve örgütsel gerçekleştirilen maddi ya da manevi yardımlar çoğu zaman insani sorumlulukları yerine getirme amacına hizmet etse de bazen de bu yardımlardan dahi fayda sağlamak istenmesi hayırseverlik kavramı üzerine daha derin düşünmeyi gerektirmektedir.