Muna
| Rabia Bulut |
Yönetmen : Serdar Gözelekli
Senaryo : Pınar Ordu, Nur Araboğa Kıyma, Feza Doğru, Ayşe Kıyma
Oyuncular : Leyla Göksun, Turgay Aydın, Kaan Çakır, Pınar Balkış, Suzan Genç,
Türkiye, 2015, 91 dk.
Vizyon Tarihi : Nisan 2015
Muna: Savaşın Çocukları
Meselelerin ciddiyetinin onlarla bir araya gelme cesareti ortaya koyduğumuzda gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu vardır. Savaşmak, savaşın gölgesinde bir yaşam sürmek uzaktan mahiyeti anlaşılamayacak meselelerdendir. Filistin’in dünyanın gözü önünde yaşadığı işgalin karşılığında, insanlarına düşen yaşamaya çalışmak ve özgürlükleri için savaşmaktır. Silahlı bir direnişin yanında günlük hayata devam ederek, alışkanlıklarını ve geleneklerini sürdürerek pasif bir direniş de sergilemektedirler. Sergilenen pasif direniş ümitlerin ve yaşamın devamlılığını getirmektedir.
2015 yapımlı, yönetmenliğini Serdar Gözelekli’nin yaptığı filmde Gazze’de bir saldırıda ailesini kaybeden Muna (Pınar Balkış) karakteriyle çocuk gözünden yaşanılan kayıplar ve savaş ekseninde yaşam düzeni anlatmaktadır. Yeryüzü Doktorları ekibine gönüllü olarak katılan Ela (Leyla Göksun), Hasan (Erkan Taşdöğen) ve Ali (Turgay Aydın) Gazze’de hastanede görevlidirler. Onlara Gazze’de eşlik eden Süleyman (Kaan Çakır) iki dünya arasında dil aracılığıyla köprü kurar. Kurduğu köprünün hikayeyi güçlendirmesi noktasındaki başarısı 52. Antalya Film Festivalinde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülüyle taçlandırılır. Filmin çekimleri çoğunluk olarak Tarsus’da gerçekleştirilmiştir. Aralarda verilen oynayan çocuk görüntüleri, yıkık evler Gazze’de çekilmiştir.
Filmin Akışı
Gazze’ye herkes kendi heybesiyle gelir. Ela’nın yüreğinde kaybının acısı, Ali’nin aklında geçmişi varken bir yandan da üstlerine düşen görevleri yerine getirmeleri gerekmektedir. Süleyman onların şehirle bağ kurmasını sağlamaya çalışır. Savaşın ortasındaki tehlikelerden uzaktaki yaşamlarını göstermeye çalışır. Hayatından, ailesinden ve sevdiğinden bahseder. Ali’nin uzaklığını gidermeye çalışır. Çocukluk arkadaşı gittiği için yaşadığı uzaklığı, Hasan ve Ela’nın gördükleri karşısında tedirginliğini onlara oranın lezzetlerini göstererek, hayatın akışında olduğunu hissettirerek gidermeye çalışır. Ela bedenen oradadır ama ruhu uzak bir yerlerdedir. Yemek dönüşü sokakta saklanırken fark ettiği kız çocuğuyla kendine gelmeye başlar.
Adını sonrasında öğreneceğimiz Muna 5-6 yaşlarında küçük bir kız çocuğudur. Anne ve babasını İsrail askerlerinin evlerine saldırması sonucunda kaybeder. Annesi ve babasının onu saklamasıyla kurtulmuştur. Saklanmak Muna’nın hayatta kalma refleksi olur. Ela Muna’yla birlikte yaşama ve hissetmeye döner. Yaşadıkları kayıplar ikisinin bakışlarında empati hissini ortaya çıkarır. Kırmızı fiyonklu ayakkabılar ve yeni bir elbiseyle Muna tekrardan çocuk olmaya yaklaşır. Onun hikayesine sesi eşlik etmez film boyunca. Onun yerine kayıplarının acısını bakışları anlatır. Resimlerinde bir yerleri çizer. Duygularını boya kalemleriyle ortaya koyar. Hikayesinin ayrıntılarını flash back sahneleriyle öğreniriz. Saklanılmış bir dolap ya da oteldeki havalandırmanın çıkardığı ses bizi Muna’nın ailesine doğru götürür. Daha doğrusu herkesin hikayesini aralarda verilen görüntülerle gösterir.
Kayıp merkezine başvururlar, herhangi bir ize rastlamazlar. Hastaneye geri dönmeleri gerekir. Onu kimsesizler okuluna bırakırlar. Kendisi gibi olan bir sürü çocuk vardır. Ela çocukların şartlarına, Ali de Süleyman’ın çocuklarla oynarken neşesine bakar. Ali kalsaydı bazı şeyler farklı olur muydu diye düşünmektedir. Ailesini bırakıp gittiği eğitiminin faydasının ne olduğunu sorgulamaktadır belki de. ‘Savaş her yerde’ diyerek Ali kendi yaşamının da kolay olmadığını belirtmektedir. Savaşın çeşitleri vardır. Ama silahların ortasında her an ölüm korkusunu yaşadığın hangi savaşa benzer ki?
Süleyman ve nişanlısı Ayşe’nin hikayesi, filmin taraflarını birbirine bağlayan bir noktasıdır. Hem savaşın insanın üzerindeki etkisini hem de insani yardım noktasında yetkili kişilerin orada bulunmasının faydasını göstermektedir. Ayşe’nin meyve bahçesi vardır. Abisi orada vurulduğu için Süleyman gitmesine izin vermez. Ayşe ise meyveleri orada çürüdüğü için hem üzüntülü hem kızgındır. Ayşe’nin bahçesine olan sevgisinde ve özleminde 2008 yapımlı Filistinli Selma’nın İsrail’e karşı limon ağaçları için verdiği mücadeleyi konu alan Limon Ağacı filmine bir atıf görüyoruz. Toprak ekip biçeni tanır. Onu zorbalıkla, silahla, güçle ele geçiremezsiniz. Sabır ve emek ister. Ayşe’nin bahçesine gitme isteğini sabrının meyvelerini ve hakkını alma çabası olarak görebiliriz. Ödenecek bedellerin, hesabın boyutu bilinmesede.
Muna’nın otel odasından kaçıp gitmesiyle Gazze sokaklarında onu arama çabaları başlar. Gün ışığında sokakta hayat vardır. Çocuklar yıkıntıların, harabelerin içinde kendilerine oyunlar inşa ederler. Gece olduğunda etrafı sessizlik kaplar. Tekinsizlik ve tedirginlik bir aradadır. Ela ise onu bulmaya kararlıdır. Kendini sokağa atar. Direniş örgütünün askerleri tarafından şüpheli görülerek sorguya alınır. Kendini anlatmaya çalışır, doktor olduğunu, yardım için geldiğini söyler. Sesini duyuramaz lakin hastanede tedavi ettiği genç onu tanır ve serbest bırakılır. Ela yaşadığı tedirginliği atlatır ve Muna’yı bulmak için resimlere yönelmesi gerektiğinin farkına varır. Hep aynı yerleri çizdiği dikkatini çeker. Hep birlikte Gazze sokaklarında resimleri takip ederek Muna’yı ararlar. Onu evine girmek üzereyken yakalar Ela. Muna’nın anne ve babasını kaybettiği saldırıdan sonra İsrail askerleri eve bomba yerleştirmiştir. Bir adım daha atsa Muna ölebilirdi. Ela’nın onu yakalayışı, Muna’yı ölümden kurtarır.
Ela’nın acı kaybı trafik kazasında kaybettiği kızıdır. Hastaneye geldiğinde ölen küçük kızda ve Muna’nın gözlerinde hep kızını görmüştür. Kızını kurtaramamıştır ama Muna’yı kurtarmıştır. Elinden gelebilecek her şeyi denemiş ve başarmıştır. Bir kayıp karşısında insanın aklına en çok takılan daha fazlası yapılabilir miydi, elimden başka bir şey gelir miydi sorularıdır. Ela Muna’nın hayatını kurtararak yeniden yaşama dönmek için o sorulara olumlu cevap vermiştir. Ali ise Ayşe’nin bahçesinde uğradığı silahlı saldırıdan kurtarılmasında rol alarak görevinin anlamıyla tekrardan yüzleşmiştir. Dönme zamanı gelmiştir. Muna’yı Ayşe ve Süleyman’a emanet eder Ela. Ayşe ona ‘kendi çocuğum gibi bakacağım’ sözünü verir. Veda ederken Muna’nın sesini Ela’ya yaptığı resmi verirken duyarız. Ela’nın ona ‘seni hiç unutmayacağım’ sözü de yaşadıklarının ruhundaki izini gösterir.
Filmin Meseleleri
Sinema durumları, olayları anlatma konusunda insanın bulduğu en yeni alanlardan biridir. Ama gücü her daim katlanarak devam etmekte ve etki alanı genişlemektedir. Nijat Özön Sinema Sanatına Giriş adlı eserinde sinemanın kullanımında çeşitlilikler olduğunu belirtir. Sinema görüntü ve sesin istenildiği gibi kullanılabilmesi ve bunun sağladığı inandırıcılık, etkililik nedeniyle propaganda araçlarının en güçlüsü olarakbelirtilir. Devletlerin siyasi arenada karşılıklı olarak konumları, fikirleri ve anlaşmaları siyasi literatürde bir anlam karşılığı bulur. İnsanların nezdinde ise onların gündelik hayatları içinden seslenerek durumu anlatabilmek mümkündür. Didaktik bir tarzın yanında bir dünya kurmak kurgusallık gerektirir. Bu noktada filmin propaganda yönü belirlenir. Belirlenen yönünün göze batar şekilde olmamasına dikkat edilir. Seyircinin empatik bir ilişki kurabileceği bir hikaye anlatılmak istenir. İnsanların yüreklerindeki bam teliyle yardım konusunda farkındalık oluşturma noktasından hareket edilir.
Muna filmi TRT Filmleri projesi kapsamında çekilen filmlerden biridir. TRT bu projesiyle sinemanın birleştiriciliğini insanların evlerinin içine televizyon aracılığıyla getirmeyi amaçlamıştır. Esas amacın yanında hikayeyi anlatma noktasında ülkenin etkili olduğu, faydalı olduğu alanı da ortaya koymak adına yaptığı şey önemlidir. Filistin’in İsrail tarafından maruz kaldığı silahlı, psikolojik saldırının karşısında kamuoyuna meselenin insanlık onurunu çiğneme boyutunu göstermek gerekir. Onun yanında insani yardımın önemini, etkisini de anlatmak gerekir. Filmin içinde Muna’nın ailesini kaybedişi, Ali’nin annesinin ölmüş olması, Ela’nın kızını kaybetmesi ve Ayşe’nin yaşadığı saldırı şeklinde birden çok hikayeyle duygusal bir yakınlık oluşturulmaya çalışılır. Ayrıca ayrıntıların görüntülerle aralarda verilmesi filme canlılık katan bir noktadır. Kurgunun da klasik şekilde yapılmaması hikaye anlatımında sinema ve televizyon iş birliğinin iyi bir tarafıdır. Diğer tarafı ise hikayenin anlatımında birden çok ortaya konulması gereken tarafların olmasıdır. Somut nedenlerin fazlalığı bu filmin bütünlüğünü sağlama noktasında işleri zorlaştıran bir noktadır.
Meselelerin ortasında bir ülkede olduğumuz için farklı bakışlardan sunumlar, bizlere olayların kendi evreni dışında da ne kadar büyük bir yer kapladığını göstermek açısından önemlidir. Sinemamızın 2000’lerden sonra değişen yönünde toplumsal konulara eğilim ağırlık göstermemektedir. Bireyin şehir içindeki yalnızlıkları, yabancılığı ya da onun tam aksi istikametinde belli kalıplarda romantik-komedi ve komedi filmleri yer almaktadır. Sosyal meseleleri bizim kodlarımızla anlatma durumu kendine bir alan bulmamıştır. Bu açıdan Muna Filistin-Gazze konusunda yerelliğiyle sinemamız açısından ilk olma durumundadır.
İnsani yardım konusunda sinema noktasında elde bulunan filmlerin sayısı çok azdır. Mültecilik konusunda baktığımızda da yine aynı şekildedir. Son zamanlarda en yeni Andaç Haznedaroğlu’nun Misafir’i ve Aida Begiç’in Beni Bırakma filmleri yer almaktadır. İkisinde de Muna’daki gibi başrollerde ailelerini kaybetmiş çocukların hikayesi vardır. Çocuklarının kayıplarıyla yaşadıkları travmalarla başa çıkma yöntemleri onların ne kadar çok, boylarından büyük sorunlarla boğuştuğunu göstermektedir. Muna’nın kendini anlatırken resmi kullanması, kelimelerden vazgeçmesi yaşadığı dünyanın gerçeklerinden ruh dünyasında ne kadar uzaklaştığını göstermektedir. Dünyada ona güvenli alanı sağlayan temel iki dayanağını kaybetmiştir. Evine dönme çabası annesi ve babasını orada bulacağına dair inançtan kaynaklanmaktadır. Ölüm biz büyüklerin dünyasında bile muallaklığını korur, her kayıpta yeniden inşa edilirken küçük bir çocuğun onu anlamlandıramaması çok normaldir. Ela’nın Muna’yla yakın bir temas kurabilmesinin nedeni de sevdiklerini kaybetme ortaklığından doğan duygudaşlıktır. Ela Muna’yı kurtararak kızı için başka ne yapabilirdim sorusunu onun için yapamadım ama Muna için yaptım diyerek cevaplamış, Muna ise Ela’nın verdiği sevgi ve güven duygusuyla dünyayla tekrar iletişime geçmiştir.
Ela ve Ali’nin Yeryüzü Doktorlarının gönüllü ekibinde yer alarak yardıma gelmesi konumlarının yasallığını ortaya koymaktadır. Sınırları çizilmiş bir yardım söz konusudur. Ela’nın Muna’yı yanına alma girişiminde bulunmayarak Ayşe ve Süleyman’a emanet etmesi de kurtarıcı olarak gelmediklerini göstermektedir. Ellerinden geleni yaparak, sarabildikleri yaraları sararak evlerine geri dönmektedirler. Gazze’de kalanları nasıl bir hayatın beklediği muallaktır. Muallaklığın giderilmesi kimin elindedir? İnsanın iradesiyle değişebilecek olanlar onun çemberi kadardır. Ela ve Ali’yi döndükleri yerde nelerin beklediği de muallaktır. Onların hayatlarını bir noktada birleştiren kader bambaşka bir noktada ayırmaktadır. Gönüllerdeki bağ ise beslemeye devam ettikleri sürece devam edecektir. İnsani yardım, gönüllerdeki bağın beslenmesinde önemli bir rol oynamakta, elinin ulaşabildiği yerlerde uzakları yakın etmeyi sağlamaktadır.
Sonuç
Muna filmi bize acılardaki ortalıklardan doğan birlikteliği göstermektedir. Dünya’nın gidişatında yönün ne olacağı her gün yeniden oluşmaktadır. Ama biz insanların zor zamanlarda ne yaptığımıza dair vereceğimiz cevaplar kendi günümüzün imtihanı olmaktadır. Olanı biteni her mecrada farklı şekillerde konuşmak, anlatmak ve yazmak bizlere görünenin ötesine geçme fırsatı sunacaktır. Sinema bu yolda herkese ulaşabilen önemli bir kaynaktır.
Gündelik hayatın içindeki nüanslar insanların yaşam yapısını ortaya koyar. Ortaya koyulan yaşamın çeşitlilikte olması da insanlar arasında benzerliği ve farklılığı meydana çıkarır. Meselelerin kurgusal bir gerçeklikle birleştirilerek sunulması onun didaktik yanını yumuşatarak duygu dünyasında karşılık bulmasını sağlar. Zamanın ruhunda çatışmalar yan yana kol koladır. Mutlu sonların, kesin çözümlerin uzaklarda bir hayal olduğu ortadadır. İnsanın elindedir; kendi bahçesinde yaşananları gözlemleyebilmek, ona dair düşünebilmek ve hareket noktası bulduğunda da hareket etmek. Çemberin oluşması ise kendi bahçesinin güzelliklerini paylaşmak isteyenlerin birbirini bulmasıyla gerçekleşir.