Güneyde Sular Kan Akar

Fethi Taha

Yıl 2023, aylardan Ekim, 75 yıldır devam eden, adını koyacak, tanımlayacak kelime bulamadığımız vahşet, en şiddetli haline bürün­dü ve tüm dünyanın gözleri önünde tekrar yaşa­nıyor. 7 Ekim’den beri Gazze’de 8000 çocuk, 6200 kadın, toplamda 20.000’den fazla sivil katledildi. 52.600 yaralının olduğu belirtilirken, 6000’den fazla kişinin de göçük altında olduğu tahmin edi­liyor.1 Bu her 10 dakikada bir çocuğun hayattan koparılması anlamına geliyor. Şu satırları yazar­ken dahi hiçbir günahı olmayan sabilerin tepele­rine dünyanın en büyük terörist oluşumu bomba yağdırıyor. Sürecin başından beridir, adli tıptaki bir otopsi uzmanının bütün meslek yaşamı bo­yunca göreceğinden daha fazla ceset, beden par­çası, parçalanmış vücut ile organları ekranlarda gördük ve maalesef görmeye devam ediyoruz.2

Şaşırtıcı olmayacak bir biçimde bütün dün­ya devletleri bu vahşeti izlemekle yetindi, yeti­niyor. Şaşırtıcı değil, çünkü biz bu tavrı Bosna, Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen’de daha önce görmüştük. Dünyayı yöneten güçlü ülkelerin başkanları ağızlarına pelesenk olmuş bir cümle ile kitleleri kandırmaya çalışıyorlar umarsızca: “İsrail’in kendini savunma hakkı var”. Peki, 75 yıldır Filistinlerin kendini savunma hakkı ne­den yok? Bu soruya anlamlı bir cevap verilebil­mesi için öncelikle vicdan, adalet, ahlak, hukuk gibi kavramların içselleştirmiş olması gerekiyor. Batıya göre, gerilim veya korku içerikli bir fil­min senaryosuna yazılmasından dahi imtina edilecek vahşeti; beyaz olmayan, Müslüman, Amerika ya da Avrupa dışında Ortadoğu gibi bir coğrafyada yaşayan insanların deneyimle­mesinde bir sakınca görülmez. Hatta bu duru­ma ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkeler tarafından açıkça destek ve­rilebilir. İsrail terör oluşumu neden bu vahşeti yapıyor sorusunun cevabı da basittir: çünkü ya­pabiliyor. Arkasında kayıtsız şartsız koruyucu­su olan dünyanın süper ve en zalim gücü ya da güçleri olduğu sürece de yapabilecek.

Sürecin başından beridir iliklerimize kadar en ağır şekilde hissettiğimiz şey “ikiyüzlülük” oldu. Ve bir kez daha anladık ki “Batı hiçbir za­man uygar olmamıştır”; dökülen kan kendisinin değilse insan hakları, hukuk gibi kavramlar Batı için anlamsız birer sözcükten ibarettir. Birleşmiş Milletler denilen işlevsiz yapı da özellikle Batı­nın hukuksuz çıkarlarını korumak için dizayn edilmiş modern bir tiyatrodur. Çünkü buradan Batının aleyhinde olan ama adil bir karar çık­ması mümkün değildir. Kendisini acıtmayan hukuksuzluk Batıya göre hukuksuzluk değildir.  Adalet sadece Batı için vardır. Bu yüzyıllardan beri süregelen ırkçı yaklaşımın 21. yüzyıla adapte olmuş halidir. “Herkes eşittir ama Batılılar daha eşittir” anlayışı, kendilerini herkesten üstün gö­ren ve bu uğurda Amerika yerlilerine, Aborjin­lere, Afrikalılara vahşet uygulayıp köleleştiren, soylarını kurutan zihniyetin yansımasıdır ve hala devam etmektedir. Yıllardır psikoloji üzeri­ne araştırmalar yapan, seminerler veren koska­ca bilim insanlarını bile Filistinlileri kastederek “Give ‘em hell @netenyahu. Enough is enough” (onlara cehennemi yaşat, yeter artık)3 dedir­tecek kadar aşağılaştıran yine aynı zihniyettir. Harvard’da hukuk profesörü olan bir başkası da katliamı legalize etmek için “Evet onlar savaşçı değiller, siviller ama Hamas’ı destekliyorlar.”4 demekten geri durmamıştı. İkiyüzlü bu iğrenç yaklaşım hakkında Amerikalı düşünür Shadid Bolsen Batının, özelde Amerika’nın yaklaşımını ve olası sonuçlarını şöyle özetliyor: “Bugün İs­rail’e alkış tutan herkes kesinlikle kaybedecektir. Çünkü İsrail’e alkış tutmak şunu gösterir: Siz hala o eski sömürgeci, emperyalist, ırkçı ve Batı­yı üstün gören zihniyete sıkışıp kalmışsınız. An­cak Dünyanın Güneyindeki herkes bu zihniyeti reddediyor. Yalnızca Güneyde değil Batıda da bu anlatıyı reddeden çok sayıda insan var. Dün­yadaki insanların çoğu bu anlatıyı reddediyor. Yani siz tüm dünyaya hiç değişmediğinizi, hala eskisi gibi olduğunuzu gösteriyorsunuz. Batı ve özellikle de Amerika şunu anlamalı; tüm dün­ya artık sizin gerçek yüzünüzü görüyor. Filistin konusundaki duruşunuz şunu net bir şekilde gösteriyor ki, siz dünya diplomasisinde liderlik rolünü üstlenecek gelişmişliğe ve olgunluğa sa­hip değilsiniz. Hele de güney ülkeleri için hiç de­ğilsiniz. Yıllardır sizin kurbanınız olan ülkelere liderlik yapmayı asla hak etmiyorsunuz. Yaptık­larınızdan hiç pişman olmadınız, hiç utanmadı­nız. Asla ahlaki bir gelişim ve değişim gösterme­diniz. Hala Kızılderilileri öldüren, Afrikalıları aşağı alt-insan gören, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atıp saniyeler içinde yüzbinlerce Japon sivili öldüren, Vietnam’da sivillerin yaşa­dığı köylere napalm bombası atan kişilersiniz. Hiçbir şey değişmedi ve bunu şu anda en iyi Fi­listin konusundaki duruşunuz gösteriyor. İsrail’e utanmaz desteğiniz yüzyıllardır asla değişmedi­ğinizi ve gelişmediğinizi gösteriyor. Böylelikle tüm dünyayı kendinizden uzaklaştırıyorsunuz.”5

Bu iki yüzlü tutumu bebek ölümlerinde dahi gözlemlemek mümkündür. Güya Avrupa’nın herhangi bir köyünde dünyaya gelen bir bebeğin değeri Gazze’de doğan sayısız bebekle eşdeğer­dir. Ama Fransa’da doğan bir bebeğin adı vardır mesela. Gazze’de doğan ise en fazla bir sayıdır, ailesi hariç ismini kimse önemsemez. Fransa’da doğan bir çocuk zorbalıkla bir şekilde hayatını kaybetse arkasından şiirler yazılır, filmler çeki­lir. Sorumluları en ağır şekilde cezalandırılır. Gazze’de doğanların ise sayıları en fazla akşam haberine konu olur, isimlerini söylemeye bile gerek duyulmaz. İsrail’in Hamas’ı (!) hedefledi­ği bombalamada 147 çocuk öldü denir. Örneğin BBC NEWS‘in haberi aynen şu şekilde verilir: “Gazze’de 12’si çocuk 61 kişi öldü. İsrail’de 2’si çocuk 12 kişi öldürüldü”.6 Çünkü Gazze’de ölen 61 kişi kendi kendine ölmüşken İsrail’de ölen­ler ise birileri tarafından öldürülmüştür. Birçok uluslararası yayın organının katliama zemin ha­zırlamak adına kafası kesilmiş İsrailli bebekler­den bahsedip yalan algı yaratarak propaganda yapması diğer bir örnek olarak hafızlarda kaldı.

Pek çok meslek erbabı başta medya olmak üzere bu süreçte haysiyetini ve onurunu kaybet­ti. Yalan söyleyip gerçekleri çarpıttılar. Bomba­lanan insanların sesini duyurmak yerine yalan­dan mizansenler sergileyip yanlarından bisik­letli kişiler geçerken füzelerden korunmak için yerlere yattılar.7 Ama bu tavırları ve şahit olduk­ları kıyımın kurbanları hayatları boyunca peş­lerini bırakmayacaktır. Hatırlayın, Kevin Carter 1993 yılında Sudan’daki kıtlığı gösteren bir fo­toğraf çekip Pulitzer ödülünün sahibi olmuştu. Söz konusu fotoğrafta açlıktan ölmek üzere yer­de sürünen bir kız çocuğu ile çocuğun ölümünü bekleyen bir akbaba aynı kareye sığdırılmıştı. Carter çocuğa yardım etmediği için depresyona girip bir yıl sonra kendi yaşamına son vermişti. Şimdiki uluslararası medyanın imtihanı ise za­limin yanında durup zulme uğrayanların sesini bastırmak ya da gerçeği çarpıtmak üzere oldu. Bu sınavdan rezil ve ahlaksız bir biçimde kal­dılar! Korkarım sonları Carter’dan beter olacak. Orada öldürülen bebeklerin, çocukların, kadın­ların, yaşlıların, hastanenin elektriği kesildiği için yoğun bakım ünitesinde ölüme terkedilen o masumların kanları onlara da bulaştı.

Ülkemizde de benzer marjinal yaklaşımı görmek maalesef mümkündür. Ömrünü tarih bilimine adamış bir zevatın, ilminin haysiyetini bir çırpıda ayaklar altına alıp, “eskiden Filistinli demek arazi satıp yaşayan insan demektir”9 yay­vanlığında açıklamalar yapmasını izledik derin iç çekişlerle. Aynı programda yer alan kimileri de hep bir ağızdan “Filistin benim meselem değil” arsızlığı ile İslam düşmanlıklarını maskeleyip, “ama toprak sattılar yaa” gevşekliğiyle katliama meşruiyet kazandırma alçaklığı yarışına girişti­ler. Girsinler, bundan daha onurlu bir davranışta bulunmaları, onları yanlış tanımışız diye kendi­mizi sorgulamamıza neden olurdu zira. Velev ki toprak satılmış olsun bu toprak sahibinin silah­lanıp, terörist bir devlet kurup komşusunun evi­ne, toprağına el koymasını meşru mu kılacak? O zaman her kafasına esen başka bir ülkede toprak satın alıp devlet kursun, gerekirse çevresindeki­leri öldürsün. Bu kadar temel bir mantığı bile, çürümüş ideolojilerine kurban eden kimseler­den onur ve haysiyet beklenmez. Filistin mese­lesi Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, ateist, dindar ya da sekülerin meselesi değildir. Yüreğinde zerre merhamet barındıranların meselesidir. Pek çok Siyonizm karşıtı Yahudi’nin ülkemizdeki belli bir kesimin aksine dünya genelinde soykırıma karşı dik duruşları, bu durumu güçleri yettiğince pro­testo etmeleri, hatta tutuklanmaları ibret verici bir gerçeklik olarak duruyor.

Dünya genelinde Siyonistlerin ürünlerine karşı başlatılan boykota, ülkemizdeki yetersiz ilgi akıl almayacak cinsten. Putları devirdiği için ateşe atılacak olan Hz. İbrahim’in ateşine su taşı­yan karınca bile olmayı becerememek de nedir? Dünyanın diğer bir ucunda Kanada Alberta’da yaşayan bir kişi düşük bütçeli bir markette şahit olduğu, bir boykot gözlemini aktarıyor: Genelde düşük bütçeli kişilerin gittiği bu markette bile boykotu delmemek adına içerideki müşterilerin yarısından fazlasının telefonlarından alacakları ürünün hangisinin boykot listesinde olup ol­madığını kontrol ettiklerini ifade ediyor. Kendi deyimiyle tek bir sentin bile boykot ürünlerine gitmemesi için uğraş veriyor oradaki fakir insan­lar.10 Bizim ülkemizde bu bilincin kaybedilmesi kabul edilemez. Zira bu inancımıza ve insani değerlerimize taban tabana zıttır. Yarın Huzur-ı İlahi’de “Elinden ne geliyordu ve sen ne yaptın?” sorusuna “Her zaman gittiğim alışveriş yaptığım yerlerden bu katliama artık katkı olmasın diye alışverişi kestim, ürünlerini boykot ettim” bile diyemeyecek olmak ne de hazindir.

İyinin tarafında olmak, zalimin de karşısın­da olmak, kişinin mazlumdan ziyade aslında kendi öz saygınlığını, benliğini, kısaca kendisi­ni korumasıdır. İnsan olarak kalmasının yegâne anahtarıdır. Mazlumun yanında olmanın insan olmak, insan kalabilmekle eşdeğer olduğuna dair çok güzel bir anlatı vardır: “Vietnam savaşı sıra­sında bir adam her gece, elinde tek bir protesto mumuyla Beyaz Saray’ın önünde duruyordu. Bir gece bir muhabir ona yaklaştı ve sordu: ‘Efendim, bu küçük protestonuzun gerçekten bir şeyleri de­ğiştireceğine inanıyor musunuz?’ Adam şöyle cevapladı: ‘Ah, buraya kimseyi değiştirmeye gel­miyorum. Ben onlar beni değiştirmesinler diye buraya geliyorum. İnsanı delirten bu düzenli çıl­dırtıcı saldırıların insanlığımı yıpratmasına izin vermeyeceğim. Gerçeği öğrenmeye ve doğruyu söylemeye devam edeceğim. Her lanet gün bana düşen küçük görevi yapmaya devam edeceğim; insan kalmak, farkında, yumuşak ve merhametli kalmak, Böylece dünya insanlığımı yıpratama­sın’.” Bu yaklaşımı benimsemeyenler artık insan­lıktan çıkmış demektir. Katledilenlerin haline üzülmektense kendi haline acıması elzemdir. Bu bağlamda Filistinli bir mazlumun mesajı olduk­ça dikkat çekicidir: “Müslüman ülkelere söyleyin gıyabımızda cenaze namazı kılmasınlar, zira biz diriyiz sizler ölüsünüz.”

Bahsedilmesi gereken diğer bir olgu da belli başlı Arap devletlerinin bu katliama olan dolay­lı katkılarıdır. İslam İş Birliği Teşkilatı ve Arap Ligi Olağanüstü Ortak Zirvesinde katliamı dur­durmak adına üç önemli tasarı sunuldu: Petrol ambargosu, Arap ülkelerindeki ABD askeri üsle­rinden İsrail’e silah sağlanmasının engellenmesi, Arap ülkelerinin İsrail ile diplomatik, ekonomik güvenlik ve askeri ilişkilerini dondurmaları. Söz konusu tasarıların karara bağlanmasını Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır verdikleri aleyhte oy ile engelledi. Bu iki yüzlü tavrın yarattığı etki İsrail’in katliamından  daha yıkıcıdır. Çünkü İsrail’den bu vahşeti yap­masını beklersiniz. Siyonizm doğası gereği varo­luşsal amacını gerçekleştirmektedir. Ancak Arap muktedirlerin hiçbir inisiyatif almamaları, katli­amı durdurmaktan imtina etmeleri tarifsiz dere­cede rahatsız edicidir. Bozacının şahidi şıracıdır misali Mescid-i Haram’ın imamlarından olan Abdurrahman Sudeys geçtiğimiz günlerde Gaz­ze ile ilgili şu açıklamaları yaptı: “Gazze’de fitneye ortak olmamak Müslümanların görevidir. Yöne­ticilerin emirlerine uymalı, alimlerin sözlerini dinlemeli, görevleri olmayan işlere karışılmama­lıdır.”10 Kendi çapında katliama sessiz kalın demiş kadrolu imam. Bu söylemi ile kendisine yakışanı yaptı ve arkasında artık namaza durulamayacak bir iz bıraktı tarihe. Düşünmeden edemiyorum; Peygamber şu an hayatta olsa ve şu sözlerin Kâbe imamı tarafından edildiğine şahit olsa ne yapar­dı?

Buraları okumayacağını düşündüğüm bir büyüğümüz şöyle demişti: “Bu çalışma şekli­mizle en erken 500 yıl sonra kurtulur Kudüs, Filistin!” 500 yıl bekleyemeyiz, şeytan bile gü­nahı o kadar beklemez, susmuyoruz en azından, kalbimizdeki buğuzun bir üst kademesindeyiz. Çocukların hunharca öldürüldüğü bir dünyada yaşamaya dair sevincimiz kalmasa da iyiliğe dair umut edecek bir şey inşa etmeliyiz. İnşaya kini­mizi diri tutarak, katliamı unutmayarak başlaya­biliriz: “Unutulan soykırım tekrarlanır” demişti Aliya İzzetbegoviç, demek ki unuttuk, defalarca tekrarlandı çünkü. Hep beraber unutulmayacak bir anlatı inşa etmenin vaktidir. Hastane bomba­landığında çocuğundan kalan kol ve bacak par­çalarını bir torbalara koyup taşıyan ve o torbaları çaresizlikten havaya kaldıran babadan11 başlaya­lım unutmamaya. Muhtemelen bir iki yıl sonra Google bu görüntüleri kaldıracak, o yüzden in­dirip kaydedelim bu videoları, silinmesin tazeli­ğini korusun diye. Yoğun bakımdaki insanların elektriklerini kesip bir nevi fişlerini çekip hep­sinin bir gecede ölümüne neden olduğu vahşet çıkmasın aklımızdan. El Şifa hastanesinde yeni doğan bakım ünitesindeki prematüre bebeklerin elektriğin kesilmesinden dolayı bakımsızlıktan ölümle burun buruna getirildikleri hafızamıza kazınsın. Hastanelerin bombalandığını, normal şartlarda savaş suçundan da öte, insanlığa karşı bir suç olan bu eylemin pervasızca gerçekleştiril­diğini hatırlayalım daima.

Bu katliamın, soy kırımın, etnik temizliğin bundan sonraki yaşamımızda çok temel bir tur­nusol kâğıdı olduğunu da unutmayalım. Her­hangi bir kişinin bu katliam hakkındaki düşün­celerinin onun hakkında ‘iyi ya da kötü olduğu’ hükmünü vermek için yeterli olduğunu kavra­yalım. Batının her zaman iki yüzlü davranaca­ğını, asla insan hakları, hukuk gibi konularda Batıya güven duyulamayacağını aklımızdan çı­karmayalım.

Ve en önemlisi su yerine kan akan bu coğ­rafyada güçlü ve muktedir olmaktan başka çare­mizin olmadığını unutmayalım. Zalimden insaf beklemek acziyettir!

Yeniden hiç olmadığı kadar gür bir sesle ve dirençle haykıralım:

“Leve, leve, leve Palestina.”

“Leve Palestina och krossa sionismen.”12

Kaynakça

  1. http://tinyurl.com/46de3b9d, (22 Aralık 2023 tari­hindeki verilerdir.)
  2. https://x.com/RyLiberty/sta­tus/1726149345786151192?s=20
  3. https://x.com/jordanbpeterson/sta­tus/1710622315816337454?s=20
  4. https://twitter.com/HarvardPSC/sta­tus/1721647179121475975
  5. https://www.instagram.com/p/CzeJq4IiMzi/
  6. https://www.instagram.com/p/Cyp0oSMv6vT/?h­l=en
  7. https://www.geo.tv/latest/515698-watch-romani­an-journalist-fakes-hamas-attack-in-israel-for-c­heap-fame
  8. https://www.youtube.com/watch?v=mnheSQ­48C3k&ab_channel=GA%C4%B0N
  9. https://www.instagram.com/p/CzUMXpNI5aS/
  10. https://x.com/clashreport/sta­tus/1722708469004771506?t=Mra8jOaubCLgHzU­avvrYhA&s=08
  11. https://www.instagram.com/p/CygzauWtnZ6/?h­l=en
  12. https://www.youtube.com/watch?v=FnfKl0kZ­r9w&ab_channel=4a4b

admin

H. deneme

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir