Palyatif Toplum

Günümüzde Acı

Haluk Doğan

Friedrich Nietzsche [1844-1900], “Tanrı’nın ölümünü” haber veren filozoftur. Tanrı’yla birlikte ölen anlam, değer, hakikat duygusudur. Nietzsche, Tanrı’nın ölümünden sonra sağlığın bir tanrıça mertebesine yükseldiğini belirtmiştir. Aşkın bir Tanrı fikrinden kopan insan, artık kendi bedenini tanrılaştıracak, sadece ona tapacaktır. Sağlık ise bu tanrılaştırılan bedenin sektör haline getirilen formudur. Güney Kore asıllı Alman filozof Byung-Chul Han, yaşamın çıplak temellerini aşan bir anlam ufku olsaydı, sağlığın kendini bu kadar mutlaklaştıramayacağını belirtiyor. Han, “Palyatif Toplum” adlı eserinde de anlamlı hayattan kopan insanın yaşamda kalma çabasının bir portresini sunuyor.

Palyatif, tıp alanında tedavisi mümkün olmayan hastalıklar için acıyı dindirme yöntemidir. Byung-Chul Han, kitabın başında palyatif sıfatının etimolojik analizini yapar:

Byung-Chul Han, Metis Yayınları Çev. Haluk Barışcan, İstanbul, 2022

“Palyatif” sıfatınıın kökeninde Latince “manto” anlamına gelen pallium ve bundan türeyen “paltoyla örtmek” anlamına gelen palliare sözcükleri vardır. Tıpta temeldeki hastalığın tedavisinin mümkün olmadığı durumlarda hastanın şikayetlerini, esas olarak da acılarını gidermeye yönelik tedaviyi tanımlamak için kullanılır (s. 7).

Palyatif Toplum adlı kitapta yazar, acıyı sadece tıp alanında ele almayacak; acının tarihi, sosyolojik ve felsefi analizini de yapmaya girişecektir. Alman Yahudisi filozof Walter Benjamin, insanın her duygusunu bir nehre benzetir. O nehirlerdir ki bizleri denize, yani kurtuluşu taşırlar. Acı da neşe de mutluluk da birer nehir gibidir. Ama insanın suyu tükenmez tek nehri vardır, o da acıdır. Suyu tükenmez bir nehir olan acı, bizi denize taşır. Bu bakımdan acı, insan hayatının mütemmim cüzü, elzem bir unsurudur. Onsuz bir hayat kuru ve kurak bir hayattır (s. 9). Byung-Chul Han, günümüz toplumlarının acıyla sağlıklı bir irtibat kuramadığını dillendirmekte, bunu da çeşitli örneklerle vuzuha kavuşturmak istemektedir.

Günümüz toplumlarında acı yaratacak her durumdan kaçınılmaktadır. Toplumsal alanda her tarafa sirayet eden bir algofobi vardır. Bu tavır da acı verecek, çatışmaya yol açacak fikir ayrılıklarına müsaade etmemektedir (s. 13). Her grup içinde birbirini destekler mahiyette örgütlenmekte, farklı sese ve görüşe tahammül edilmemektedir. Televizyon kanallarına baktığımızda bu durum kendini apaçık göstermektedir. Namık Kemal, “barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar” demektedir. Anlamı şudur: hakikat şimşeğinin doğuşu, fikirlerin çatışmasına bağlıdır. Acının bu reddi, beraberinde hakikat-sonrası [post-truth] çağ kavramını da getirmektedir. Acının kaybı, hakikatin kaybıdır.

Byung-Chul Han, palyatif toplumu aynı zamanda bir “beğendim” [like] toplumu olarak da tanımlamaktadır. Facebook, kamusal alandır. Bu kamusal alanın da tek işareti beğendimdir. Beğeni, günümüz toplumun ağrı kesicisidir. Palyatif toplum, bir performans toplumu olduğu için bu performansa zarar verebileceği düşünülen acı, zayıflık belirtisi olarak algılanır. Hayatın her alanından silinmek istenen acı, kendini hiçbir yerde ifade edemez (s. 15).

Palyatif toplum, olumluluk toplumudur. Bu toplumda olumsuz olana, acıya yer yoktur. Psikoloji, olumsuz şeyleri düşünmeye izin vermez. Olumsuzluk tedavi edilmesi, yok edilmesi gereken bir şeydir. Pozitif psikoloji, acı çekmeye dair her şeyi görmezden gelen neoliberal bir disiplindir.

Klasik dönemde, sanattan beğenilirlik beklenmemektedir. Sanatçılar ticaretten uzak yaşamaktadır. Sanatın birincil vasfı rahatsız etmek, huzursuz etmek ve hatta acı vermektir. Adorno, ilk estetik resmin “diken diken olan tüyler” olduğunu belirtmektedir (s. 17). Günümüzde sanat da “beğendim” korsesinin içine sıkıştırılmaya çalışılmaktadır.  Hayatın her alanına sirayet eden selfie çılgınlığına sanattan kökler bulunmaya çalışılmaktadır. Tarihi portrelerin günümüz selfielerinin atası olduğu söylenmektedir. Beğeninin cenderesini sıkıştırılan sanat, ürperti vermez. Ürpermekten aciz bir bilinç ise şeyleşmiş bir bilinçtir. Deneyim yaşamaktan yoksundur. Her türlü acıyı yok sayan hayat da şeyleşmiş bir hayattır ve aynının cehenneminde hapsolmuştur.

Byung-Chul Han’a göre günümüz insanı zevk, rahat ve keyfine düşkün bir haz insanıdır. Bu insanlardan mürekkep toplum da palyatif toplumdur (s. 21). Han’ın haz insanının karşısında konumlandırdığı insan tipi ise Walter Benjamin’in “yıkıcı karakter” diye tanımladığı insan tipidir. Yıkıcı karakter, hakikate ulaşmada yola konulan duvarları yıkan ve hep bir yol açan insandır. Bu sebeple o, daima yolağzındadır.

Politik arenada özneler de karşı karşıya gelmekten yoksundur. Sadece aynı fikirde olan insanlar bir araya gelmekte, kamusal alanda farklı fikirlerin çatışması mümkün olmamaktadır. Birbirine değmeyen, temas etmeyen karşıt fikirler kendi kamplarının dışına çıkamamaktadır. Demokrasi çağında, demokrasiye taban tabana zıt bir çatışmasızlık var olmaktadır. Chantal Mouffe, Agonistik Siyaset adlı çalışmasında şunları söylemektedir:

Demokratik bir yönetim biçimindeki çatışma ve karşılaşmalar, bir kusur işareti olmak şöyle dursun, demokrasinin canlılığına ve çoğulluğuna işarettir (s. 46).

Palyatif toplumun ürettiği siyaset, çoğulluğunu ve daha da mühimi canlılığını yitirmiş mekanik bir siyasetten ibarettir.

Acı, insanın faniliğinin temel ruh halidir. Palyatif toplum, ölümü hayattan sildiği için acıyı da yok saymaktadır (s. 27). Çünkü acı, ölümü hatırlatmaktadır. Martin Heidegger, insanı “ölüme-doğru-varlık” olarak tanımlamaktadır. İnsanın anlamlı bir hayat sürebilmesi, ölüm fikrini de aklında tutabilmesiyle mümkündür. Ölümü ve acıyı hayattan silmeye çalışan bir anlayış, insanın varlığını da inkâr edecektir. Palyatif toplum, insandaki insanî olanı reddeden, onu mekanik ve robotik bir varlığa indirgeyen anlayışın tezahürüdür.

İnsanda mevcut olan her halet-i ruhiye vazgeçilmezdir. İnsan, tüm duygularıyla birlikte insandır. Olumlu ile olumsuz, acı ile sevinç birbirinden koparılamazdır. Hep beraber ve hep birlikte anlamlı bir hayatı oluştururlar. Teknolojiyle sarmalanmış palyatif toplum, acıyı yok sayarak aslında hayatı yok saymıştır. İnsanı, Herbert Marcuse’nin dediği gibi tek boyuta indirgemiştir.

Han’a göre, acı hakikatin ta kendisidir: “Acı, et olmuş bir hakikattir” (s. 41). Palyatif toplum ise sahici hayatı reddeden ve rahat bir hayatta kalmayı amaçlar. Bu hayat sahici değildir. Zira sahicilik ancak acı çekmeyle mümkündür. Varlık nerede acı çekebiliyorsa ancak orada vardır. Salt mutluluk ve buna bağlı hayatta kalma içgüdüsü sahici hayatın zıddıdır. Descartes’in “düşünüyorum, o halde varım” dediği gibi, “acı duyuyorum o halde varım” demek de doğrudur. Kendimizi hissetmek, kendi varlığımızdan haberdar olmak ancak acıyla mümkündür. Acının olmadığı dünyada macera sporları ve riskli davranışlar revaçtadır. İnsan, kendi varlığından ancak böyle ekstrem şeylerle emin olmaktadır. Böylece palyatif toplumun aşırılıkları tetiklediği söylenebilir. İnsanların canlılıklarını hissedebilmeleri için daha güçlü uyarıcılar gerekmektedir. Acı kültürü yoksa, meydana gelecek şeyin adı barbarlıktır. Bu bakımdan çağımız aşırılıklar çağıdır. Varlığını hissedebilmek için daha güçlü uyarıcılara ihtiyaç duyan insan kimyasal maddelerin, terörün ve şiddetin kucağına itilmektedir (s. 43).

Palyatif toplum, pandemi toplumudur. Pandemi, hayatta kalma içgüdüsü sebebiyle iyi hayat isteğini kurban etmiştir (s. 27). Hayatta kalma tek gaye olunca hayat biyolojik süreçlere indirgenir. Karantina, hayatı salt yaşamsal faaliyetlere indirgeyen toplama kampının virüs nedenli versiyonudur (s. 26). Yakınını sevmek, dini ritüellere katılmak, eşinin elini tutmak… tüm bunların yerini “sosyal mesafe” almaktadır. Herkes, herkesin düşmanıdır. Zira herkes potansiyel bir virüs taşıyıcısıdır. Pandemi ve hayatta kalma arzusu, hayatı anlamlı getiren her şeyden feragat etmeyi beraberinde getiriyor. Hayat, bir biyolojik sürece indirgeniyor. Ve hayatta kalma histerisinin hâkim olduğu toplum bir ölememişler toplumudur (s. 28). Bu sebeple Han’a göre, palyatif toplumun insanları ölemeyecek kadar kadar canlı, yaşamayacak kadar da ölüdür (s. 28).

Palyatif toplumun “beğeni” insanı, Friedrich Nietzsche’nin “Son İnsan” diye tanımladığı hoplayan zıplayan, mutlu insandır:

Arada az miktarda zehir: bu hoş rüyalar sağlar. Son olarak da çok miktarda zehir, hoş bir ölüm için. Gündüz için hazcıklar, gece için hazcıklar vardır ama sağlıktır değer verilen. ‘Mutluluğu keşfettik’ der son insanlar ve gözlerini kırpıştırırlar (s. 65).

Son insanın tek amacı mutluluktur. Onun hayatında acıya yer yoktur. Mutlu bir hayatta kalma gayesi, onun tüm hayatını kuşatır. Fakat bu nafile çabadır. Acı illa bir yerden baş gösterir. Acıdan kaçamaz son insan. Nietzsche, ‘tanrılar bile can sıkıntısına karşı nafile çabalar’ demektedir. Acısız bir hayat, anlamsız bir hayattır. Byung-Chul Han, acının hayatın kopmaz bir cüzü olduğunu şu cümlelerle ifade eder:

Sürekli mutluluk içindeki acısız hayat artık insan hayatı olmayacaktır. Olumsuzluğun peşine düşen ve onu dışarı atan hayat kendini geçersiz kılar. Ölüm ve acı birbirine aittir. Acıda ölüm önceden hissedilir. Acıyı yok etmek isteyen ölümü de ortadan kaldırmak zorundadır. Ama ölüm ve acısı olmayan hayat insani bir hayat değil ölmemişlik hayatıdır. İnsan hayatta kalmak uğruna kendini ortadan kaldırır. Muhtemelen ölümsüzlüğe de erişecektir ama hayatı pahasına (s. 70).

Byung-Chul Han’ın Palyatif Toplum’da yaptığı şey sahici ve anlamlı bir hayat arayışıdır. Acı, ölümle de hayatla da kopmaz bir bağ içindedir. Onsuz bir hayat arzusu, beyhude bir çabadır. Zira acısız bir hayat, anlamsız bir hayattır. Anlamı kaybolan bir hayat ise yaşanmaya değmez. Sokrates’in “sorgulanmayan bir hayat, yaşanmaya da değer değildir” dediği gibi, acının olmadığı bir hayat da yaşanmaya değer değildir. İsmet Özel şiirinin başlığı da olan “Acının Omuzlanışı”, anlamlı hayatın olmazsa olmazıdır. Anlamlı hayat, acının reddedildiği değil, acının omuzlanabildiği bir hayattır. Her şeyin yüzer gezer olduğu, hakikatin göreli hale getirildiği bu çağda acıyı aramak, anlamı ve hakikati aramaktır.

admin

H. deneme

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir