Sezai Karakoç’un Ardından…

Diriliş Neslinin Amentüsü

Büşra Yılmaz

Sezai Karakoç, İslam coğrafyasının fikri ve ilmi anlamda yaşayan çınarlarından biri, 16 Kasım 2021 yılında vefat etmesine  karşın, bugüne dek yazdığı kitaplarla ve yazılarla sayısız öğrenci yetiştirdi. Sayısız kitaplarından yalnızca biriydi Diriliş Neslinin Amentüsü… 

“Bir diriliş ne demektir, diriliş eri kimdir ve  bu kişi ne ile mükelleftir?” sorularının yanıtları birçok kişiyi ilgilendirmektedir aslında, Karakoç ise bir seri kitap ile bu sorularla mükellef olan, olması gereken ve kendini manen sorumlu hisseden kişilere seslenir. İslam’ın Dirilişi ve İnsanlığın Dirilişi ile “diriliş” kelimesine ruh veren öncülleri gerçek okuyucularının yüzüne karşı haykırır; sanki bu ana dek, bazı kavramların hiç düşünülmediğinin altını çizmektedir. Nitekim de öyledir, kelimelerle düşünen varlık olarak insanlar, kavramları düşünmeden kullandıkları vakit, ruh verici öncülleri kaybederler.  Yazarımız bu kitabında, kaybetmeden evvel kazanmanın gerekliliğini iyice anlatmaktadır.

Karakoç, “Kendimin bir diriliş eri olduğuma inanıyorum” diyerek söz konusu kitaba girizgâh yapıyor. Ruh savaşı olarak isimlendirdiği bir savaştan, bu savaşın nasıl bir savaş olduğundan, manevi yok oluştan, ruhların tutsaklığından ve yenilgilerinden bahsediyor. Bu bir zihniyet, medeniyet ve dünya görüşünü şekillendiren daimî bir ruh savaşıdır. Ve bir diriliş eri, bu savaşta kelimeleri kullanarak, kendi kavramlarını yoğurur, bu kavramları düşünerek var olur. Bu bağlamda, kendi kavramlarıyla düşünemeyen bir diriliş eri düşünülemez. Hakikat savaşında kelimeler, kavramlar, sözcüklerin dizimi ve bağlamı, hakikati bulmak için gösterilen kuvvettir. İşte bu hakikat davası ve hakikati bulma yolundaki verilen mücadelede, yaratıcısına, Allah’a inanan insan gerçek özgürlüğe kavuşmaktadır. Yani insanın, ruhla gerçekleşen bu savaşta, bir amacı vardır ki o da  hakikati bulmaktır.

 

“Kelimelerin dış anlamlarına saplanıp kalmamaya çalışmak bana ve diriliş nesli kardeşlerime düşen bir disiplin borcudur.” 

Kelimelerin özüne inmek, onlara birer canlıymışçasına muamele etmek. İşte bir diriliş eri tam manasıyla bunu gerçekleştirendir. Dış anlamda boğulan bir nesli yalnızca öze indikçe özgürleşen bir diriliş eri kurtarabilir. Hakikate böylesine ihtiyaç duyulduğu bir zamanda, izafi kelimeler iradesizlerin zihninde birer rüyadan ibarettir. Bu nedenle bir diriliş eri, kelimeleri özenle seçmeli, düşünmeli ve hakikat doğrultusunda kavramlaştırarak onları özümsemelidir.  

Kavramlarımızın içini doldururken edebiyatın bizlerde uyandırdığı naif kelimelerden faydalanmalıyız. Bu bağlamda içi boş bir düşünce ile sanatın, hakikat temelli kavramlarla nasıl dolu dolu anlamlandırıldığına  Karakoç’un şu sözleri ile değinebiliriz;

“Düşünce ve sanat, boş ruh yarasasının havaya çizdiği anlamsız kavisler … gibi bin dallı ve dolambaçlı olsa da anlamdan yoksun görüntüler salgını değil, zaman içinde yavaş yavaş dolan ruhumdan coşarak …ruhumla onun Yaratıcısı arasında bir geliş gidiş, bir akış, dinamik bir köprü olan bir edebiyat çerçevesidir.” 

Düşünce ve sanatın, görevi itibariyle alıntıladığımız bu satırlar, diriliş erinin kavraması, içselleştirmesi ve hayatında uygulaması gereken kilometre taşlarından sadece birkaçıdır. Nitekim Karakoç’un dinamizminden söz ettiği yalnızca edebiyat çerçevesi değildir. Edebiyatın bir akış benzeri hareketi neticesinde,  anlamdan yoksun görüntüler, anlamını bulamayacak ve satırlardan silinircesine hafızalardan silinecektir. Sonunda kalıcı olan, anlamı ve kavramı itibariyle zihni ferahlatan bir düşünce silsilesidir.

“Hakikate erme ve bu erişi koruma bakımından sürekli bir özeleştiridir diriliş neslinin amentüsü. Gözü bağlamak değil, bütün yönlere gözü dört açmaktır bu amentüyü, bu amentünün getirdiklerini yükleniş.” 

Kendi benliğini ve varlığını, erdem ve takva açısından düşünmek, tartışmak ve ruhu sonu gelmeyen bir öz eleştiriye maruz bırakmak, Karakoç’un neslimizin amentüsü diyerek çağrışımlarda bulunduğu tefekkür metodudur.   Hakikate erme sürecinin diriliş erliğiyle başlamasının ardından, diriliş ereni olma yolunda gözü dört açma ve diriliş piri olarak diriliş neslinin amentüsünü kabullenme. Hakikatin peşinde olma, hakikate ermenin onu elde etmek demek olmadığı bir süreçte diriliş erleri, pir olmaya çalışmadığı bir diriliş neslinde yetişmektedir.

Bu amentü, geçmiş ve gelecek zamanı şimdiki zamana getirmeye çalışır. Karakoç, zaman kahramanlığı olarak nitelendirdiği bu kavramda, demircinin ateşle kızdırılıp örs üzerine konarak dövülen demire tasarruf etmesi gibi  zamana tasarruf etmenin yani zamanı kılıç gibi kesmenin ehemmiyetini  gözler önüne sermektedir. “Çağa tanık olma ve çağı tanık tutma” ifadelerinden hareketle zaman kahramanlarının ve diriliş erlerinin ortak paydada buluştuğundan söz edebiliriz. Zaman kahramanı zamanları aşar ve tümünü koşarak getirir şimdiye, diriliş eri bu zaman içerisinde ilerler hem geçmişe hem geleceğe hem de şimdiye. Yani çağını aşar, zaman kahramanlığına bürünür. Bir diriliş eri, kendine ve çağa meydan okur. 

Bir diriliş erinin çağa meydan okumasının en birincil göstergesi, “İslam’ı çağa uydurmak değil, çağın ona uymasına çalışmaktır” der Karakoç. Bu minvalde, İslam, çağa yön veren diriliş erlerinin  kendi kendisiyle çağdaş olmasına ve bu ideal İslam ile çağdaş olmaya çalışmasını hedeflemektedir. Yani bir diriliş erinin oluştan varoluşa geçişteki kaygısını bile verimli hale getirmek amacıyla söz konusu varoluşun sorumluluğunu taşıması gerekmektedir.

 “Artık, en büyük savunma savaşımızı içimizde veriyoruz.” 

Ya da savaşını kaybettiğini göremeyen insanoğlu taarruza geçerek yalancı zaferlerine sımsıkı sarılıyor. Biraz kaotik bir söylem gibi gelebilir bunlar, ancak insanın iç dünyasındaki o buhranlar ve sevinçler birer hayalden yahut hayaletlerden ibaret. Bu tür bir dünyada zahiri görsellerden daha yanıltıcı bir şey düşünülebilir mi? Sanmıyorum.

Daha az yanıltıcı birkaç şey düşünülebilir, eğer o şey Peygamberimizin bütün sünnetlerini ihya amacını gütmekten başka bir şey değilse. Çünkü Peygamberimiz, inanmayanların zahiri görsellerine, zahiri olmayan hem söz hem düşünce hem ahlak hem Tanrı’ya  tapınma hem silah hem de Müslüman şairlerin şiirleriyle karşılık vermiştir. Bu da bizleri şu sonuca götürmektedir: Bir diriliş eri, her daim her konuda zihnen, fikren madden ve manen teyakkuzda olmalı ve hadisi şerifte söylendiği gibi, aynı yerden ikinci kez ısırılmamalıdır.

“İslam insanı, bir çağrıdır. Bir çağırış aşkıdır. Bu sebepledir ki İslam’ın tarihi, bir çağrının tarihi olmalıdır.” Çağrı, hidayete ve sonsuz huzura çağrıdır. Peygamberimizin yıllar önce yaptığı gibi İslam’a çağrı, o bilinçle bir çağırış aşkıdır. Karakoç da öyle işlemiştir ki bu çağrıyı, metnine diriliş erinin asli görevlerini, niteliklerini, bir İslam insanı olabilmenin faziletlerini ve hikmetlerini adeta “işte bu!” dercesine göstermektedir. Biz inanıyoruz ki diriliş erleri İslam insanıdır ve bir çağrının düşünce silsilesinden kopup gelen değil bilinçli bir şekilde kopartılıp getirilen bir inançtır. Diriliş eri yahut diğer ruh tamlamasıyla diriliş insanı, “anlamını İslam’dan alan ve tarihini İslamlaştırdığı kentin, kent + toplum olan sitenin kurucusu” olacak, çeşitli kuşakları birbirine bağlayacak ve tam anlamıyla bir İslam kenti inşa edecektir. Bu İslam sitesi Müslümanların Özülke (Dar-ül İslam) dedikleri ve yalnızca takvanın öne geçirebildiği bir anti hiyerarşi surlarıyla çevrelenmiştir. Nitekim Karakoç sözlerini şöyle bağlar: 

“Özülke, doğu ve batı tefrit ve ifratlarından uzak, ideal devleti, bütün nüanslarıyla kuracak tarihi birikime olduğu kadar toplum ve insan duyarlık ve zekasına, fiziki  güç ve gönül zenginliği hazinesine de gerçekte sahip bulunmaktadır.” 

Tefrit ve ifratın yakıcı ateşini hisseden âdemoğlu… Bütün bunlardan uzak bir özülke tasavvurundan da böylesine uzak mı? Gerçekte değil, gerçekleşmesini engelleyen de âdemoğlu ise, ideal devleti çok uzaklarda aramamak gerekir. Yakınımızda, içimizdeki diriliş eri kadar yakınımızda aslında özülkemiz.  Bir diriliş erinin hakikati araması ve bu yolda koşarak adımlaması kadar normal, içimizde dolup taşan heyecan. Biraz biriktirmeli belki o heyecanı bir yerde, taşmaması için.  Nerede biriktirmeli? Sonlara doğru sırrı değil besbelli bir hakikati suratımıza çarpıyor Karakoç. Düşüncemizde, bu yolla kavramlarımızda, ilimde, bilimde ve ruhumuzda biriktirmeli. Özülke yolculuğuna çıktığımız vakit tek bir yürekten çıkmalı o heyecan. Tüm diriliş erleri tek bir dilden tek bir gönülden bağlanmalı akmalı bu sel ile beraber. Ancak o zaman karşımızda duramaz, bizi küçücük kuyulara sığdıran inançsız ve merhametsiz toplumların yuvası olanlar. “İnançsız toplumların merhameti yoktur.” Olmasın! Müslüman bir toplum inançsız toplumların merhametine ihtiyaç duymaz, bunun tek dayanağı ise çalışmaktır. Ruhla, bedenle, zihinle ve düşünceyle çalışmak. Tek çıkışımız bu dünya tarlasından, daha çok çalışmaktır. 

Diriliş eri, diriliş neslinin mihenk taşı ve tamamlayıcısıdır. Ve bir diriliş eri Sezai Karakoç’un dediği gibi;

“İslam'dan çıkarılmış nurdan bir heykel gibi dolaşacaksın arzda. Şimşek ve yıldırımlarınla koruyacaksın nurunu. Yeniden doğacaksın. Kıyametini yaşayıp yeniden dirileceksin… Dünyaya, eşyaya yeniden anlamını getireceksin. O zaman Allah da sana, senin kendi öz anlamını bağışlayacaktır. Hiç kuşkun olmasın.” 

Rahmetle…

admin

H. deneme

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir